GÜVENLİK-YARGI

''Kelepçeli Hasta Muayenesi Kabul Edilemez''

Antalya Tabip Odası Yönetim Kurulu ve İnsan Hakları Komisyonu Üyesi Doç.Dr. M.Cumhur İzgi Bakırköy Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda tutuklu bulunan Mücella Yapıcı’nın muayenesi sırasında uğradığı muamelenin kabul edilemez olduğunu söyledi.

Mesleğin evrensel değerlerine, etik ilkelerine tamamen aykırı böylesi bir hasta hekim ilişkisinin kabul edilemez olduğunu vurgulayan Dr. Cumhur İzgi, Bu ve benzeri hekimlik uygulamaları gerçekleştiren hekimlerin de etik ihlal içinde olduklarını ve sorumlu olduklarını dile getirdi.

“Ülkemizdeki antidemokratik uygulamaların ve Sağlıkta Dönüşüm gibi sağlığı metalaştıran ucube programın sonucu olarak yaşamakta olduğumuz hekimlik pratiğinin değiştirilmesine yönelik düzenlemeler; 3-5 dakikada hasta muayenesi, hekimliğin rekabete dökülmesi, sağlık çalışanı yetersizliği vs. gibi; karşı karşıya kaldığımız etik ihlallerin zeminini oluşturduğu da unutulmamalıdır. “ diyen Dr. Cumhur İzgi, “ İnsan olmaya saygıyı kaybetmemek için, insan olma değerinin talep ettiği saygıyı, onuru korumaya kararlı olduğumuzu, hekimler olarak ödevimizi yerine getireceğimizi bir kez daha yüksek sesle haykırıyoruz” dedi.

Kelepçeli Hasta Muayenesi Kabul Edilemez!

27 Haziran 2022 tarihinde ulusal medyaya yansıyan haberlerde Bakırköy Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda tutuklu bulunan Mücella Yapıcı’nın Bakırköy Sadi Konuk, Beyoğlu Göz, Okmeydanı Devlet Hastanelerinde kelepçeli muayeneye maruz bırakıldığı ve hastanelerdeki muayene ve tetkik sonuçlarını içeren sağlık verilerine ulaşamadığı bilgisi yer almıştır. Ayrıca yaşadıklarının onuruna yönelik bir saldırı olduğunu belirten Mücella Yapıcı’nın “Artık hastaneye gitmek istemiyorum” dediği de paylaşılmıştır. Görüldüğü gibi kişi sağlık hakkından vazgeçme noktasına gelmiştir. Mesleğin evrensel değerlerine, etik ilkelerine tamamen aykırı böylesi bir hasta hekim ilişkisi kabul edilemezdir. Bu ve benzeri hekimlik uygulamalarını gerçekleştiren hekimlerin de etik ihlal içinde olduklarını ve sorumlu olduklarını açıklıkla belirtmek gerekir.

İnsanlık tarihi ile özdeş olan hekimlik, ilk günden itibaren bir başkasına yardım temeli üzerinde yapılanmış bir meslektir. Böylesi bir geçmişe sahip bir meslek olarak hekimlik, insana dair bir hakkın olanağını sağlayan uygulamalar olarak kendi değerlerini ve etik ilkelerini oluşturarak ve bunların evrensel kabulünü sağlayarak bugüne gelmiştir. Tüm hekimlerin ve hekim örgütü olarak tabip odalarının ve TTB’nin asli ödevlerinden birisi de söz konusu değerlerin, ilkelerin korunması, geliştirilmesi olarak belirlenmiştir.

Hapishanelerin birer yaşam mekanı olduğu açıktır. Burada tutulan kişiler yurttaşlık hukuku kapsamında yaptırım olarak özgürlüklerinden ve bazı haklarından yoksun bırakılmışlardır. Bu kısıtlamalar dışında birey olarak farklı haklarından mahrum bırakılmaları, işkenceye, kötü muameleye maruz kalmaları ise ikinci kez cezalandırmadır. Kötü muamele, işkence gibi davranışlar kişinin kendisinin insan olarak kabul edilmesinde ifadesini bulan özsaygısına, onuruna saldırıdır ve insan olmaktan çıkarmayı amaçlamaktadır. Bu nedenle hekimlerin temel etik ödevlerinden birisi olarak insan onurunun korunması olduğu genel kabul görmektedir. Bu bağlamda Tıbbi Deontoloji Tüzüğü “Tabip ve diş tabibinin başta gelen vazifesi insan sağlığına, hayatına ve şahsiyetine ihtimam ve hürmet göstermektir” diyerek insan onurunun korunmasının önemini vurgulamıştır. Benzer şekilde TTB Hekimlik Meslek Etiği Kurallarında da insan onurunun gözetilmesi gerekliliği ve bunun hekimin öncelikli ödevi olduğu belirtilmiştir.

Dünya Tabipler Birliği İnsan Hakları Bildirgesinde de “Tıp meslek üyeleri insan haklarına saldırıları farkına varanlar arasında ilk sıradadır. Tıp birlikleri ülkelerindeki bu tip saldırılara dikkat çekmede önemli bir role sahiptir” diyerek hekimlerin ve hekim örgütlerinin temel sorumluluklarından birisini açıklıkla ifade etmiştir.

Kelepçe ile ve/veya kollu kuvvetlerinin bulunduğu ortamlarda muayene etmek Türkiye’nin de taraf olduğu ve BM Belgesi olarak kabul edilen “İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesi İçin Kılavuz (İstanbul Protokolü)”ne açıkça aykırılık oluşturmaktadır. Ülke olarak taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelere aykırı uygulamanın sürdürülmesinin suç teşkil edeceği de açıktır. Bu bağlamda, söz konusu uygulamaya karşın ileri sürülen ve Üçlü Protokol olarak tanımlanan Sağlık, Adalet ve İç İşleri Bakanlığı’nın ortak oluşturduğu protokolün kendisinin de suç teşkil eden bir belge olarak kabul edilmesi gereklidir.

“TTB Özgürlüğünden Yoksun Bırakılan Bireylere İlişkin Bildirge”sinde de “Tüm alıkonulma mekânlarında insan haklarının korunması açısından sağlık hizmetinin verilmesinde “özgürlüğünden yoksun bırakılmış bireylerin muayenelerinde tüm hastalarda olduğu gibi, insan onuruna ve haklarına saygı gösterilerek hekimlik sanatını uygulamaya elverişli koşullarda yapılması; hastaların ırk, dil, din, mezhep, cinsiyet, cinsel yönelim, siyasi düşünce, felsefi inanç, ekonomik ve sosyal durum ile benzer farklılıkları nedeniyle herhangi bir ayrımcılığa maruz bırakılmaması; her türlü tıbbi müdahalenin hastanın özerklik ve mahremiyetine saygı gösterilmek suretiyle yerine getirilmesi” gerekir.” ifadesine yer verilmiştir. Ayrıca bu ilkenin gerçekleşebilmesi için hekimlere “Özgürlüğünden yoksun bırakılmış bireyin muayene ve tedavi ortamına “kelepçe, gözbağı ve zincir gibi kısıtlayıcılar” ile girmesine engel olmak, muayene ve tedavileri herhangi bir kısıtlayıcı olmaksızın gerçekleştirmek hekimin sorumluluğundadır. Hekim, görevlilerden bu kısıtlayıcıların çıkarılmasını talep etmeli, talep yerine getirilmediğinde ise tutanak düzenleyerek sağlık kuruluşu yöneticileri, yargı organları ve meslek odasını durumdan haberdar etmelidir.” ödevini de vermiştir.

Hekimliğin taşıdığı değerlerin hekimlerce sahiplenilmesi, hastada hekiminin mahremiyetini koruyacağı güvenini yaratmıştır. İşte bu güven hasta hekim ilişkisinin temelini oluşturmaktadır. Ancak bu güven sağlık hakkının gerçekleşmesinin olanağını sağlayabilmektedir. Bu değerin örselenmesi konumuz olan örnekte olduğu gibi kişinin sağlık hakkından vazgeçmesine neden olabilecek sonuçlar doğuracak ve “önce zarar verme” olarak tanımlanan tıp etiğinin en kadim ilkesi yok sayılmış olacaktır. Bu bağlamda kişinin kendisine ait sağlık bilgilerinin kendisine verilmemesi veya kişinin bu bilgilere ulaşamaması mahremiyet hakkının örselenmesi ve hekimin hastasını aydınlatma ödevinin yerine getirmemesi olarak etik ihlal oluşturacaktır. Oysa DTB Lizbon Hasta Hakları Bildirgesi, Amsterdam Bildirgesi, Hasta Hakları Yönetmeliği gibi ulusal ve uluslararası metinler hastanın bilgilendirilmesini ve mahremiyetinin korunması gerekliliğini ifade etmektedir.

Görüldüğü gibi yaşananlar mesleğin evrensel değerlerine, etik ilkelerine aykırıdır. Bununla birlikte insan hakları ihlallerinin aynı zamanda demokrasi sorunu olduğu da unutulmamalıdır. Ülkemizdeki antidemokratik uygulamaların ve Sağlıkta Dönüşüm gibi sağlığı metalaştıran ucube programın sonucu olarak yaşamakta olduğumuz hekimlik pratiğinin değiştirilmesine yönelik düzenlemeler; 3-5 dakikada hasta muayenesi, hekimliğin rekabete dökülmesi, sağlık çalışanı yetersizliği vs. gibi; karşı karşıya kaldığımız etik ihlallerin zeminini oluşturduğu da unutulmamalıdır.

İnsan olmaya saygıyı kaybetmemek için, insan olma değerinin talep ettiği saygıyı, onuru korumaya kararlı olduğumuzu, hekimler olarak ödevimizi yerine getireceğimizi bir kez daha yüksek sesle haykırıyoruz.

Yayın Tarihi
30.06.2022
Bu haber 447 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu habere ilk yorumu yazan siz olun.

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!