Sınırı Geçmek

Yıllarca ve binlerce kilometre yol yürünmüş; mevsimler ve olmadık zorluklar atlatılmış olsa da sınırı geçerken atılan o bir tek adım, hepsinden daha çarpıcı ve sarsıcıdır. Yanılsamalı bir farklılığın içinde; aslında aynı yollar, kentler, olaylar yaşanıp görülürken; sınırı geçiren adım, gerçek farklılığı ve yeniliği bir anda çarpıverir aklımıza. Aslında her an “yeni”dir, ama yetiştirilme tarzımızın ve kişiliğimizin güdümünde, pek çok yeni olanı eskinin ve alışkanlıklarımızın kalıbına sokarak sıradanlaştırıveririz. Bu durum, insanın konfor ve güven ihtiyacından kaynaklanır. “Ben” dediğimiz şeyi kendimiz bile, her gittiğimiz yerde farklı tanımlayabiliriz. Çünkü “Ben”, kişinin başkasının gözünden tanımlanmasıdır.  İşte o konfor ve güven alanından çıkınca, yani sınırı geçiren adımı atınca, sarsılan “Ben”dir.  Artık gerçekten “yeni” bir tanıma ihtiyaç vardır ve bu kez alışkanlıklarımızın o durağan kalıbıyla, bu tanımı yapabilmemiz pek de mümkün değildir. Öğrenmek, kavramak ve değişmek zorunluluğu dayanıverir zihnimizin demir kapılarına. 

“Değişimin ve değişime gereksinimin olmadığı yerde akıl da yoktur.” der H.G. Wells. Yaşam boyu, yeni anı yakalayan ve anda yenilenenler, merak ve öğrenme dürtülerini köreltmeyenlerdir. Onlar için sınırı geçiren o bir adım, büyük ve haz verici bir deneyim olarak kabul edilir. Gelin görün ki bu tür insanların içinde, baskıcı ve tutucu bir çevrede büyümüş; zamanla ve büyük zorluklarla akıllarına kazınmış ilkel kalıplardan bin bir zorlukla kurtulmuş olanlar da vardır. Onlar da kentler yollar boyunca öğrenmeye ve yenilenmeye devam ederler. Ama ve ne yazık ki sınırı geçiren adımı atmaya zorlandıklarında; aslında kişilik oluşumlarının gizli bir kalıp içinde kaldığını ve onca zamandır tüm çabalarını bu çürümüş temel üzerine kurduklarını derin bir uykudan uyanır gibi fark ederler. Sanki eski bir bilgisayar donanımı üzerine kurulmuş yeni işletim sistemi gibi. İşte o adımı atmak onlarda haz yerine, sert bir acı duygusu oluşturur. Sınırı geçebilenleri de geçemeyenleri de bu acı duygusunu içlerinde her zaman taşırlar. Sürekli yenilendiğimizi düşünürken, yapmayı unuttuğumuz şey yüzündendir bu durum; olaylara ve insanlara, ilk anda verdiğimiz istemsiz tepkiyi fark etmeye çalışmak. O tepkiyi veren, içimizde çok derinlerde yaşayan çürük temeldeki “Ben”dir. “Ama o kadar üzülmeye de gerek yok!” diyerek, muazzam bir çabayla temele kadar yıkıp, yeniden kurabilenler, asıl değişimcilerdir. 

 

Güzelim ülkemizin sınırlarından bir çırpıda geçip giriverenler, “yeni ve değişim” kavramlarının düşmanlarıdır. Evet, onlar da bir değişim çabası içindedirler belki, ama bu kendilerini değil geldikleri yeri değiştirmek çabasıdır. Akıllarındaki(!) binlerce yıllık kalıplar, hiç de çürük temeller üzerine kurulu değildir. Çünkü onlar, yalnızca katı ve yıkılamaz bir temelde bırakmışlardır bu çabayı. Merak etmek, öğrenmek ve düşünmekle pek de işleri yoktur. Tabii ki istisna olan küçük bir azınlığı ayrı tutarak söylüyorum bunu.

 

Dileğim odur ki “yenilenme” geriye giderek değil; aydınlanmaya ve çağın bilgisine ulaşmak çabasıyla olsun.

 

Ve evet, aslında onca yılda yolda atılan her bir adım, bir küçük sınırı aşmak ve anla yenilenmektir hepimiz için. Umalım ki dersimizi almış olalım ve sınıra geldiğimizde, bacaklarımızda-zihnimizde 

yeterli derman olsun.

Yayın Tarihi
11.09.2021
Bu makale 1060 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!