Kırışıklıklar

Çocukluğumdan beri, yaşlı insanların yüzleri ve elleri dikkatimi çekmiştir hep. Çocukluk çağımda, çevremde çoğunlukla kol gücüyle çalışan insanlar bulunduğundan olsa gerek; damarları mor ve belirgin, gelişigüzel küçük karınca desenleri serpiştirilmiş gibi lekeli, ilginç bir şekilde mumlanmış gibi temiz ve parlak görünümlü ve fakat kuru ve çizik çizik kırışıklarla bezeli, yıllarca süren çalışmayla bir sanat eseri gibi işlenmiş ellerin, onca yılın yorgunluğundan böyle biteviye titrediğini düşünürdüm. Bir şey anlatırlarken, elleri sanki anlatıma dahil olmak istemeyen, anlatıcının vücudundan bağımsız ve küskün organlarmış gibi; öykünün heyecanına ya da üzüntüsüne kapılmadan, yorgunca bir iki sallanır ve ilgisizce kendilerini salıverip öyküden bağımsız bambaşka bir şarkının ritmine tutulmuş gibi titremelerine devam ederlerdi. Ben de bir süre sonra anlatıdan kopar, o ellerin neler yaşayarak bu duruma geldiklerini kurgulardım çocuk aklımla.

Yüzler ise daha başka ve daha da muazzamdılar. Çözümlenmeleri eller kadar kolay değildi. Ne de olsa eller gövdenin basit işçileri, yüzler ise vizyon sahibi elit kısmıydılar. Karmaşık bir harita gibi, geçtikleri tüm engelleri, dereleri tepeleri, uçurumları, zirveleri, akıp giden-tıkanan yolları, bataklıkları; aklınıza gelebilecek tüm yaşam öyküsünü kuş bakışı kondurmuşlardı bütün alana. Onları bir haritadan ayıran en büyük fark, gözlerin olmasıydı. Gözler, her ne kadar ferleri sönmüş gibi olsa da bir prizmanın gün ışığındaki renk oyunları gibi; keyifli bir oyun alanı, zorlu bir tecrübe sahası, zekayla örülmüş bir labirent ya da korkunç bir vadi görünümü verebiliyorlardı bu haritaya. Yalnız, bu alandaki ana arazi şekillerinden iki grubu ne yapılırsa yapılsın, geçmişini bir şekilde ele veriyordu yüzün sahibinin. Birinci grupta, alındaki satır satır ve kalın tarhlar ile iki kaş arasında bir kaç sel akıntısının oluşturduğu ve burun üstünde bir engelle kesilen yarıklar; ikinci grupta ise, göz kenarlarında, sanki açılı ve şiddetli bir çarpma ile bir anda saçılıvermiş gibi duran ve çoğunlukla simetrik bir güzelliği olan kaz ayakları ile dudak kenarlarında kıyıdan atılan bir taşın tek yöne doğru şekillendirdiği irice su dalgaları gibi duran kalkansı kırışıklar.

Şüphesiz ki yaşları çok ilerlemiş insanların yüzlerinde bu iki grup birden bulunuyor, ama onların nasıl bir yaşam sürdüklerini de hangi grubun daha belirgin olduğu ele veriyor sanki. Birinci grup kırışıkları belirgin olanlar ciddi, öfkeli, düşünceli, hüzünlü, tedirgin, şaşkınlık tepkileriyle dolu bir yaşam sürmüşler gibi gelir bana. İkinci grubun baskın olduğu insanlarsa kahkahası daha bol, olduğu gibi kabullenmiş, yaşadığının üzerinde bir kez düşünüp geçmiş, keşkesiz, daha neşeli tepkilerin insanları gibi dururlar sanki. Kaz ayaklarınınsa bu haritada özel bir durumu olduğunu da belirtmeden geçmeyeyim. Onlar, hüzünde de sevinçte de işlenmeye devam eden çift karakterli yapılar sanki; bunalımdan çıkıp yeni bir hayata atılmaların, dayanmanın anlamsızlığını farkedip birdenbire vazgeçişlerin, zor kararlar sonrası rahatlamaların, çok önemserken aniden boşvermelerin ve bir acayip ruh hali olan, coşkunca mutluyken ya da acı dolu üzüntülerde dökülen aynı gözyaşlarının yorulmaksızın işleyip durduğu depremli bölgeler gibi. Sanılmasın ki böyle tanımlıyorum diye, ikinci grup kırışığı bol olan insanlar zevkli ve zahmetsiz bir hayat yaşamışlardır. Onlar da zorluklar ve sıkıntılarla dolu bir yaşam sürmüş olsalar da (ağır hüzünler hariç) yaşadıklarından güldürü öyküleri çıkarabilmiş, “İnsanlar ne der!” kıstasına tekmeyi basıp en büyük içsel devrimlerini gerçekleştirerek kendileriyle dalga geçmeyi başarabilmiş, mutlulukla ritm tutan şarkılı elleri öpülesi bilgelerdir bana göre. 

Hasılı, seviyorum insanların yüzlerindeki ve ellerindeki kırışıkları. Şimdi aklınıza şu da gelebilir “Madem çocukluğundan beri böyle düşünüyorsun da neden elliye üç kala yazıya döküyorsun bu düşüncelerini? Böyle düşünüyorsanız siz de haklısınız, bu cümleyi kuranlar kazayaklarıma ve kalkanlarıma birer çizgi atmıştır şimdiden, sağ olunuz.

Ama, ben değişimin de yanlısıyım; hele ki yenilenme ve tazelenmeyi gerçekten takdir ederim. Kimse estetik yaptırdı diye kimseyi küçümseyemez bana göre. Geçmişte yaşadıklarını unutmamış ama artık önemsemiyor olanlar o tecrübeleri iyisiyle kötüsüyle zaten ruhlarına işlemiş durumdalar. Bir tek farkla ki ruhun kırışıkları yok; o hep çocuk, genç, oyuncu ve kıpır kıpır. Hal böyleyken, ruhu bedene değil de bedeni ruha uydurmak çok daha mantıklı geliyor bana. Yine, bu sözleri elliye üç kala söylüyor olmam, kendim için zemin hazırladığım sanısına neden olabilir ki  “Neden olmasın!” da diyorum bir yandan.

Mümkün olduğunca, üzüntüden koruyucu kalkanlarımızı ve paytak paytak, aksak sakar yürüdüğümüz hayata attığımız kahkahaların desteği kazayaklarımızı derinleştirerek yaşamamız dileğiyle, eski bir tanımlamamla noktalayayım bu çoğu insana acayip gelecek yazımı. 

“Sorun sanıp dertlendiğim olayların, aslında gülünüp geçilecek şeyler olduğunu her anladığımda birkaç yaş devirmiş oluyorum. Yaşlanınca gülmek iz bırakıyor yüzümde, ondandır bu kırışıklar; dertten değil, kahkahalarla gülmemden acemi hallerime.”

 

Buruş buruş, kırış kırış mutluluklar dilerim.

Siz hep gülün e mi!

Yayın Tarihi
22.06.2021
Bu makale 753 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!