HAVADAN SUDAN

Kentler, ormanlar-Yeşil alanlar, İnsanlar

Ormanla insan arasında, daha ilk aşamada su yüzüne çıkan zıtlaşma yüz binlerce yıl süren avcı-toplayıcı yaşama biçiminde ormanlık alanların avlağa dönüştürülmesi ile devam etmiştir. Evrim sürecinin yaklaşık son on bin yılında, tarım toplumuna geçişle birlikte, insanın yerleşik bir başka deyimle de kent yaşamı sahnedeki yerini almış, bu kez de orman alanları bir yandan tarım ve yerleşme yeri alanlarına dönüştürülerek diğer yandan da sanayi (çömlekçilik, madencilik, vb) ve ısınma için gerekli enerjiyi sağlamak amacıyla kesilerek baskı altına alınmış ve daraltılmıştır. 

200-250 yıl önce gerçekleşen sanayi devrimi ve buna paralel olarak gelişen sanayi toplumu, giderek büyüyen ve kalabalıklaşan kentleriyle, insan-orman arasındaki bağımlılığı önemli ölçüde zayıflatarak kırsal kökenli  insanın kentli insana dönüşmesine, ya da bir başka deyişle, evrimleşmesine neden olmuştur. İnsan, sanıldığının aksine, doğa ya da kırsala değil kente bağımlı bir türdür ve evrim serüveninin ilk aşamalarındaki akrabaları gibi kırsal ortamlarda, ormanlarda yaşamını sürdürebilmesi olası değildir.

Avcı-toplayıcı toplum düzeninden günümüz toplumuna dek uzan süreç aslında insan ile yaban, orman arasındaki bağımlılık azalışını net bir biçimde ortaya koymaktadır. Dünün tüm ihtiyaçlarını ormandan sağlayan, ormanın sunduğu ürünler olmadan yaşamını sürdürmesi söz konusu olmayan insanı yerini ormanı dekor ya da oksijen de dahil, ham madde kaynağı olarak gören insana bırakmıştır. Bu ilgi değişimi ve bağımlılık azalışı sürecek gibi görünmektedir. Gerçek ağaç ya da çiçeklerin yerini plastik kopyalarının almaya başlaması ve günlük gazetelerin elektronik ortamda yayınlanmaya başlaması bu değişimin su yüzüne çıkan örnekleridir. Yakın bir gelecekte sanal ortamlarda tropik orman gezintileri yapabileceğimizi düşlemek, artık olağan dışı karşılanmıyor.

Geleceğin toplumu ve onun ormanla ilişkileri tasarlanırken yaşanan ve yaşanması muhtemel bu köklü değişimlerin dikkate alınması, üzerinde düşünülmesi gerekir.

Veriler kırsala göre daha iyi sosyal ve ekonomik koşullar sunan kentlere olan bağımlılığının giderek derinleşeceğini ve yaygınlaşacağını belgelemektedir. Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan raporlar, sadece birkaç yıl sonra kentte yaşayan insanların sayısının, dünya tarihinde ilk kez, kırsal alanda yaşayanların sayısını geçeceği ve 2030 yılında kentsel nüfus payının gelişmiş ülkelerde %84’e gelişmekte olan ülkelerde ise %56’ya yükseleceği tahmininde bulunmaktadırlar. Bu durumda kent insan için vazgeçilemez doğal yaşama ortamına ve kısa süreli kaçamaklar dışında, zamanının tümünü geçirdiği inşa edilmiş bir ekosisteme dönüşmektedir.

Neslin sürdürülebilmesi bağlamında, temel biyolojik ihtiyaçlarının ekonomik ve güvenli bir biçimde sağlanabilmesi için insan türü toplu olarak yaşamak zorundadır. Kültürel evrim ile birlikte bu biyolojik kökenli zorunluluk, mağara yerleşiminden bugünün büyük kentlerine uzanan gelişim sürecini ortaya koymuştur. Günümüz kentleri konusundaki yakınmalarımızın büyük bir bölümünün temelinde, tasarım aşamasında insanın ağırlıklı olarak kültürel boyutuyla ele alınması ve biyolojik, ya da daha doğru bir deyimle ekolojik, boyutunun göz ardı edilmesi gerçeği yatmaktadır. Bu gerçeğin bir başka ve çarpıcı ifadesi, kentlerin ekolojik anlamda insan yaşamını değil, kültürel anlamda insan ekonomisini yani rantı temel girdi alarak tasarlanmış ve gerçekleştirilmiş olmalarıdır.

İnsan kendinin biçimlendirdiği yeni yaşama ortamı, sonradan tanıdığı motorlu araç sesini olduğu kadar, var oluşundan beri aşina olduğu kuş sesini de duyabileceği, mevsimlerin değişimini sadece soyut takvimlerden değil bitkilerin somut değişimlerinden de izleyebileceği, algılayabileceği biçimde tasarlanmalıdır. Kentlerin büyümesi ve kentlerde harcanan sürenin nerede ise tüm yaşamı kapsayacak boyutlara ulaşmış olması, insanın evrimleştiği habitatından, ya da ekolojik nişinden uzaklaşmış, izole edilmiş olması bu tür bütüncül ve ekolojik tasarımları zorunlu kıldığı gibi, ciddi ruhsal sorunlara da yol açabilmektedir. Kent tasarımları bu tür ruhsal sorunlar da yaratabilen uyumsuzlukların çözümüne katkı sağlayabilecek uygulamaları üreterek yaşama geçirebilmeli ve benzer ekolojik nişleri kentsel mekan içine monte edebilmelidir. Kentler insanların olduğu kadar kuşların, bitkilerin, rüzgarların, yağmurun, okulun, spor alanlarının, süpermarketlerin, ibadethanelerin, sivrisineklerin, ormanların vb. de mekanını oluştururlar ve bu nedenle bir bütünsellik içinde ele alınarak gerçekleştirilmek durumundadırlar.

Kent, içindeki yeşil alanlar ya da ekolojik nişlerle birlikte, inşa edilmiş karmaşık bir ekosistemdir. Günümüzün orman, step, çöl, sulak alan, dağ, deniz vb. doğal ekosistemleri de insanlar tarafından, doğrudan ya da dolaylı olarak, farklı ölçü ve derecelerde değiştirilmişler, değişime uğratılmışlardır ve bu nedenle bunların da, en azından, inşa edilmiş ekosistemler olarak kabul edilmeleri gerekir. Küresel ölçekte kırsal alanda bile doğal sayılabilecek (hiç insan müdahalesi görmemiş) ekosistemler bulabilmek nerede ise imkansızdır. Bu bağlamda, insanlar ve yaşadıkları kentlerin aynen ağaçlar, nehirler, kuş yuvaları, geyik güzergahları kadar doğal yapılar olduğu ileri sürülebilir. Burada önemli olan kentli insanın kendisini tüm canlı topluluğunun ayrılmaz bir parçası olarak görmeye başlaması ve bunun gereklerini kent tasarımına yansıtabilmesidir. Kent ormanları yerine orman kentler kavramını öne sürmemizin nedeni bu önerme ile yakından ilgilidir.

 Ne 8 bin yıl öncesinin Çatalhöyük yerleşiminde ve ne de 2 bin yıl öncesinin Yunan ve Roma kentlerinde yeşil alanlara rastlanmamış olması ilginç ve incelenmeye değer bir konudur. Benzeri bir durum Selçuklu ve Osmanlı yerleşimleri için de geçerlidir.

Kentleşme ve buna bağlı olarak kent içi yeşil alan talebi, kentli ile kırsal arasına giderek artan mesafeler koyan sanayi devriminin bir ürünüdür. Sanayi devrimini tamamlamış gelişmiş ülkelerin insanları yüz yıllardan beri kentlerde yaşamaktadırlar ve bu nedenle köklü bir kent kültürüne sahiptirler. Kentsel yeşil alan talebi ile kentlilik geçmişi arasında doğrusal bir ilişki söz konusudur. Kent kalabalığı ve gürültüsüne de tepkiyi içeren kent ormanı talebi yeşil alan talebini izleyen bir olgudur.

Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde kentleşmenin geçmişi on yıllarla ifade edilebilecek kadar kısadır. İstanbul hariç tutulduğunda, büyük, yani kentleşme baskısının yaşandığı bir kentte doğup, büyümüş olanların sayısı ihmal edilebilecek kadar küçüktür. Cumhuriyetimizin kuruluş yıllarında Ankara’nın küçük bir köy büyüklüğünde olduğu ve bugünkü nüfusları yüz binler ya da milyonlarla ifade edilen kentlerimizin doğum tarihlerinin 1960’lı yılların ötesine sarkmadığı bilinen bir durumdur. Bir başka ifade ile, kentlilerimizin tümüne yakın büyük bir bölümü kırsal kökenlidir. Kırsal kökenli, deyim yerinde ise, çiçeği burnunda kentlilerde yeşil alan ve orman dahil “yaban” talebinin gerçekçi olmasını beklemek güçtür ve var olduğu varsayılan bu taleplerin, kronik kentleşme geçmişi yüzyıllarla ölçülen ülkelerden “tercüme talep” olma olasılığı çok yüksektir. Mevcut kent içi yeşil alanlar ve günübirlik rekreasyon alanlarının kullanım yoğunluğu, kullanıcı talebi ve kullananların niteliğini ortaya koyabilecek karşılaştırmalı çalışmaların çarpıcı ve paradoksal sonuçlar üretmesi olasılığı çok yüksektir. Gözlemler betonlaştığından yakınılan ve yeşil alanlarının yeterli olmadığı ileri sürülen kentlerde yeşil alanların umulanın çok altında kullanıldığını göstermektedir. Böylesi bir durumda “varsayılan” ile “var olan” talebin, yerel ölçekte karşılaştırılması ve analiz edilmesi zorunluluk haline gelmektedir.

Kent boyutunda irdelenmesi gereken bir başka konu da 1970’li yıllardan sonra kendini hissettirmeye başlayan bir değişimdir. Yakın geçmişte gelişmiş ülkelerde ve günümüzde gelişmekte olan ülkelerde ağırlıklı olarak bedeniyle çalışan sanayi toplumu insanı yerini ağırlıklı olarak beyniyle çalışan hizmet toplumu insanına bırakmıştır, bırakmaktadır. Bedensel yorgunluktan beyinsel yorgunluğa geçiş anlamına da gelen bu köklü değişim kent içi yeşil alan kavramında önemli değişimlere neden olduğu gibi, kent ormanları kavramının geliştirilmesinde de itici bir rol üstlenmiştir. Özet olarak, giderek büyüyen, kalabalıklaşan sorunlu kentler ve hızlanıp mekanikleşen kent yaşamının kendisi bedensel yorgunluğun yanında beyinsel yorgunluk kaynağı olmaya başlamış ve yeni taleplerin oluşmasına yol açmıştır. Sonuçta kent yeşil alanları ve kent ormanlarından beklenen oransal olarak daha az karmaşık bedensel yenilenme (rekreasyonun) işlevinin yerini, giderek artan oranlarda daha karmaşık beyinsel yenilenme işlevi almaya başlamıştır. Kent ormanı olgusu büyük ölçüde kent yaşamının dayattığı beyinsel yenilenme gereksiniminin bir dışavurumudur. Dünyanın en gelişmiş ülkesi olarak kabul edilen Amerika Birleşik Devletleri’nde, ülkemizle yaklaşık olarak eşit sayıdaki ulusal parkları her yıl 500 milyon kişinin ziyaret ediyor olması bu değişimi kanıtlayan bir örnek olarak değerlendirilebilir. Araştırma verileri ile desteklenen bir başka kanıt ise kronik kentsel sorunlarla baş etmek zorunda olan gelişmiş ülke insanlarının, kent ormanı, milli park gibi kırsal mekanları kullanırken mümkün olduğu kadar az insanla karşılaşmayı arzuladıklarını ortaya koyan çalışmalardır. Gelişmiş ülkelerin aksine, ülkemizde kente yakın piknik alanlarının hafta sonlarında sergilediği ana-baba günü kalabalığı, bir yandan kentleşme baskısının (kentten kaçış anlamında) ilk işaretlerini verirken diğer yandan da kentliliğin cazibesini (kalabalıktan hoşlanma anlamında) belgelemektedir. Gittikçe kalabalıklaşan dünyada tenhalık giderek artan oranlarda talep edilen bir metaya dönüşecek gibi görünmektedir.

Acaba sözü edilen bu değişimler, orman ya da yabana olan bağımlılığı giderek azalan ve kendi inşa ettiği yaşama ortamlarına hapsedilmiş insanın, geçici de olsa, yeniden yabana geri dönüşü olarak tanımlanabilir mi? yoksa bu talep günümüz kentlisinin karşı karşıya kaldığı hızlı değişimi sindirebilmesine yardımcı olabilecek sığınak arayışlarının bir yansıması mıdır? Yanıt aranması gereken kritik sorular bunlardır.

Dikkat çekici bir başka gelişme, yine sanayi ve buna bağlı kentleşme olgusunun bir ürünü olan turizmde izlenen eğilim değişimleridir. Kent odaklı turizm destinasyonları yerlerini hızla kırsal ve egzotik destinasyonlara bırakmaktadırlar. Ekoturizm ve kırsal turizm gibi alternatif turizm türlerinde gözlenen talep patlaması, yukarıda sözü edilen kritik sorulara yanıt bulabilmede ip uçları verebilecek niteliktedir.

İrdelemeye çalıştığımız bu veriler bir yandan kentleşmenin giderek güçleneceği ve yaygınlaşacağını, yani insanın kente bağımlılığının derinleşeceğini gösterirken diğer yandan da insanın orman dahil “yaban”a olan bağımlılığının azalmakta olduğunu ortaya koymaktadır. Bir başka anlatımla bu, insanın kültürel boyutu ile biyolojik boyutu arasındaki makasın kapandığı ve hatta kültürel boyutun ağır basmaya başladığı biçiminde de yorumlanabilir. Eğer bu saptama ve yorumlar gerçeği yansıtıyorsa, tartışılacak konunun insan ve ormanı, en azından mekan olarak, ayıran “kent ormancılığı” değil, insanı ve kenti, en azından, mekan boyutunda birleştiren “orman kentler” kavramı olmalıdır.        

Ormanlar ile kentler arasında çeşitli benzerlikler kurulabilir. Örneğin tıpkı bir ormanın salt bir ağaç topluluğu olmadığı gibi, bir kent de salt binalar topluluğu değildir. Orman da Kent de birbiriyle etkileşen sayısız canlı ve cansız bileşenden oluşan farklı özellikler taşıyan ekosistemlerdir. İnsanın doğal yaşama ortamına dönüşmüş olmasına karşın, kent ekolojisine ilişkin çalışmaların sayısı, gelişmiş ülkelerde bile, dikkat çekecek oranda düşüktür. İnsanlar ormanlarını ekolojik girdileri dikkate alarak işletmede gösterdikleri titizliği neredeyse tüm yaşamlarını geçirmek durumunda oldukları kentsel mekanlarını geliştirirken göstermemişlerdir. Kentler ağırlıklı olarak insanın kültürel talepleri doğrultusunda gelişmiş, biyolojik, ekolojik talepler yakın zamanlara kadar göz ardı edilmiştir.  Kentsel yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyen bu olgu orman kent talebinin derinleşmesini de körüklemektedir.

Sanayi ve kentleşmenin gelişmesi tarım ve orman alanlarının amaç dışı kullanımını da yaygınlaştırmış, sonuçta, Antalya gibi bazı şanslı kentler dışında, pek çok kent ile orman arasındaki fiziksel mesafe oldukça artmıştır.  Ödenmesi gereken zaman ve ekonomi gibi zorunlu bedeller kent ormanlarının kullanımında zorluklar yaratmaya başlamış alternatif çözüm arayışlarını yoğunlaştırmıştır. Çözüm önerilerinin insanın biyolojik talebini olduğu kadar kültürel talebini de karşılaması temel bir ilke olmak durumundadır. Kent ormanı yerine orman kentler kavramının önerilmesinin bir başka nedeni de bu birlikteliği sağlayabilmektir. Bu yaklaşım, mevcut  kentler içine biyolojik, ekolojik boyuta, yani ormana ve kırsala ait öğeleri monte etmeyi olduğu kadar, orman ya da kırsal içine kültürel öğeleri de dahil etmeyi içermektedir. Görüldüğü gibi olay iki boyutludur.

Kente biyolojik, ekolojik boyut monte etme bağlamında mevcut ve geleceğe yönelik kentsel mekanların orman ya da kırsaldan beklenen fonksiyonlarını da karşılayabilecek biçimde planlanıp yaşama geçirilmesi hedeflenmeli, orman ya da kırsal ile insan aynı mekanda bir araya getirilerek, etkileşime sokulmalıdır. Bu kentsel mekanların tasarlanmasında ekolojik ilkelerin insanlarla etkileşime girebilecek ölçek ve ağırlıkta dikkate alınmasını gerektirir. Orman kent, kent yeşil alanları, cadde ağaçlamaları, vb ötesinde tüm kentsel mekan ve yüzeylerin sadece bitki ve hayvan türleriyle zenginleştirilmesini değil, sıcaklık, rüzgar, nispi nem gibi cansız bileşenler bakımından da ele alınmasını gerekli kılan geniş kapsamlı bir kavramdır.

 Temel ögedir

Biyolojik boyuta kültürel öğelerin eklemlenmesi bağlamında orman ya da kırsala, yöre ve ülke insanının gerçek talebiyle (tercüme ya da teknokrat dayatması değil) örtüşen kültürel öğeler dahil edilmeli, öncelik mevcut kültürel öğelerin geliştirilmesi ve kullanılır hale getirilmesine verilmelidir. Örneğin karar verici ve planlayıcılarca, genellikle, vahşi bir davranış olarak kabul edilen “mangallı piknik alışkanlığı” herhangi bir nedenle dışlanmadan önce, nedenleri araştırılmalı, kolaycı yasaklama önlemleriyle değil, zaman alıcı ancak insanla çevre arasındaki etkileşimin gelişmesine yol açabilecek eğitsel yaklaşımlarla evcilleştirilmeye çalışılmalıdır. Burada orman ya da kırsal ile insan arasındaki etkileşimin geliştirilmesi temel öğedir. Tasarımda kültürel boyutun ekolojik boyut kadar önemli olduğu gözden kaçırılmamalı ve talebin gelişim yönü dikkate alınarak, kullanıcılar bakımından kabul edilebilir bir tenhalık eşiğinin aşılmamasına özen gösterilmelidir.

Gerek kent içi yeşil alan ve gerekse kent ormanı tasarımında dinlenme, yenilenme işlevi kadar eğitim işlevi de önemlidir. Özellikle ülkemiz gibi doğal ve kültürel değerlere karşı ilgi ve merak seviyesinin sınırlı olduğu ülkelerde bu tür alanların eğitim işlevi dinlenme, eğlenme, yenilenme işlevinin önüne geçebilir ve geçmelidir de. Bu işlevlerden hiç biri diğerinden önemli, biri diğerinden bağımsız değildir. Eğitim boyutu tüm diğer boyutlarla birlikte ele alınmalı ve onların içine ustaca monte edilmelidir.

Kent ormanı ya da orman kent uygulamalarının sürekliliğini sağlayabilmek, özellikle kent dışı uygulamalarda, yaratılabilecek kaynaklar ve bunların paylaşılmasıyla yakından ilgilidir. Bu bağlamda, kent ormanı ya da orman kent amaçlarına uyarlamış  Kırsal turizm etkili bir araç olarak kullanılabilir. Bir başka ifade ile, kent ormanı ya da orman kent kavramları yerine, ticari bir izlenim bırakma riskini göz ardı etmeden, kırsal turizm kavramının kullanılabilirliği üzerinde de durulabilir. Hafta sonlarında büyük kent merkezlerine yakın, Polonez Köy, Şirince, Cumalıkızık, Akdamlar/Doyran vb. dingin ve özgün yaşam ortamları sunan kırsal alanlara yapılan günübirlik ziyaretlerin yoğunlaşması, ziyaret nedenlerinin çeşitlenmesi, yerel ekonomiye katkısının artması önerinin üzerinde düşünmeye değer olabileceğini desteklemektedir. Sayıları artırılabilecek bu örnekler kullanıcıların, talep sahiplerinin eğilimleri doğrultusunda kendiliğinden gelişen oluşumlardır. Bu oluşumların küçük ve uyumlu müdahalelerle geliştirilmesi kullanıcı merkezli bir yaklaşımın hayata geçirilmesine yol açtığı kadar tasarımcı ve uygulayıcılara önemli deneysel fırsatlar da sunmaktadır.  Ülkemizin farklı coğrafyalarında bu tür ürünlere dönüştürülebilecek sayısız kaynak değer bulunmakta ve günün ve yörenin gerçek verilerine dayalı olarak tasarlanmayı ve yaşama geçirilmeyi beklemektedir.

Bir kez daha vurgulanması gereken nokta, kent ormanı ya da orman kent tasarım ve uygulamalarında kent insanının orman ya da kırsal üzerindeki etkisini en aza indirmenin değil, aksine orman ya da kırsalın kent insanı üzerindeki etkisini mümkün olan en üst seviyeye çıkarmanın temel amaç olması gerektiğidir.

Yayın Tarihi
23.09.2020
Bu makale 3000 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!