DUAYEN

Zarf tamam da mazruf (Zarf içindeki) ne olacak?

Ankara Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası; yirmi yıl sonra, evine kavuştu. Yirmi yıl önce bir yarışmayla kazanılan 2000 kişilik konser salonu kompleksi projesi nihayet geçenlerde bir gala ile sahnelerini seyircilere açtı. İlk önce; yirmi sene sonra da hala modern olan, salonun mimarları Semra ve Özcan Uygur çiftini yürekten kutluyorum.

Bu yazımda iki çelişkili konuya değinmek istiyorum:

Birincisi mimari ile ilgili: 1900 yıllarındaki Neoklasizm eski Yunan ve Roma eserlerinin formlarını içeriyordu. Bunlar daha çok, Rusya, Almanya, İtalya gibi Faşist yönetimlerde kullanılmıştı. Türkiye ise iki kez neoklasik dönem yaşamıştır. İlki 19. Yüzyılda ikincisi ise 1927-1940 arası. Burada amaç eski Selçuklu ve Osmanlı inşaat sitili ve motiflerini kullanmaktı. AKP yönetimiyle; 2002 yılından bu yana da, bir üçüncü neoklasik dönem yaşanmış ve yaşanmaktadır. Ben bunun iki sebebi olduğunu düşünüyorum: 1) Fanatik milliyetçi ve dinci bir kesim 16. Asırda Türk mimarisinin kemale erdiğini ve daha iyisinin yapılamayacağını düşünmekte ve onu taklit etmekten başka çare görememektedir. Bu onlara ayrıca; belki kompleksten, bir gurur vesilesi de olmaktadır. 2) Yaratıcı yeteneği olmayan toplumlara eskiyi taklit etmek kolay ve pratik gelmektedir. Neoklasikle modern mimariyi beraber kullanmaksa tam bir kaotik durumdur. Halk tabiriyle söylemek gerekirse “Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu”. AKP nin inşa ettiği diğer kamu binaları ile CSO konser salonu işte tam da bunu ifade ediyor.

İkincisi sosyal bir konu: Osmanlı İmparatorluğu Antik Yunan ve Rönesans’a uzak dururken matbaa gibi pek çok buluşa da uzak durdu. Saatin ve notanın bulunması ile Tampere çok sesli müziğe geçen Avrupa’yla da ilgilenmedi. Bizim için çok seslilik, zırıltı ve gâvur müziği olarak kaldı. Nasıl Türk halkına domuz eti yediremezseniz gâvur müziğini de dinletemezsiniz. Neoklasik mimariye olan bağ gibi insanımız eski tek sesli müziğe de bağlıdır. Hiç unutmuyorum rahmetli Prof. Dr. Turan Yazgan hoca bir konferansta “Allah nasıl birse müzik de öyle tek sesli olacaktır !” demişti. Milliyetçi ve dinci bir kesim yenilikleri ret ederek geleneklerine sarmaşık gibi bağlanmayı bir marifet saymakta ve bundan haz duymaktadır. Halbuki sanat özellikle de müzik global tarzın en belirgin örneğidir. Seneler önce Mimar Hans Scharon’nun tasarladığı Berlin konser salonuna gitmek imkânını bulmuştum. Bu muhteşem salonda bir Japon virtüöz, bir Fransız bestecisinin eserini Alman orkestra eşliğinde çalıyordu. Globalleşme herhalde böyle bir şeye deniyor.

İnsanlar analarının karnından kültürlü olarak doğmuyorlar. Kültürü eğitim ve yaşam tarzı oluşturuyor. Pedagoglar, özellikle anaokulu ve ilkokulda verilen eğitimin çok önemli olduğunu söylüyorlar. Maalesef ülkemizde bu konunun çok iyi anlaşıldığını söyleyemeyiz. Din derslerine verilen önemin yarısı kadar sanat derslerine önem verilseydi, Türkiye’de durum bu gün başka türlü olurdu. Antalya şehri gerek salon gerek orkestra bakımından Türkiye’nin en iyilerinden birisidir. Yaklaşık 25 yıldır konsere giderim protokolde; birkaç istisna hariç, bir tek yönetici görmedim. Şunu söylemek istiyorum: En güzel salona en iyi sanatçılara da sahip olsanız dinleyiciniz yoksa bunlar hiç bir şey ifade etmez. Arz talebe bağlıdır. Yoksa dostlar alış-verişte görsün veya turistlere hizmet etsin diye bir konser salonunu yapmanın ülkeye ne faydası olabilir?

Yayın Tarihi
23.05.2021
Bu makale 1312 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!