Ben yanmasam, sen yanmasan, biz yanmasak nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa demiş ya hani üstat Nazım Hikmet, ben yazmasam, sen söylemezsen, biz itiraz etmezsek şayet “NASIL ÇIKAR ÜLKEM BUGÜNKÜ KARANLIĞINDAN AYDINLIĞINA” günlerinin tam ortasındayız gibi geliyor bana artık.
Bilenler bilir “tarihsel süreç” deriz bizler insanlık tarihinin böyle sürgit devinimlerine.
Öncelikle kendimi sosyalist olarak tanımladığımı, toplumsal düzlemde emek/sermaye çelişkisini açımlayan sosyo-ekonomik perspektifte, emekten yana konumlandırdığımı ifade ederek kelâmıma devam etmek isterim izninizle.
Tüik istatistiki verilerine göre ülkemde;
-Çalışan kadın oranı, tüm çalışan nüfusun % sadece 30 unu oluşturuyor,
-Üst düzey kadın yönetici oranı % 9,
-Kırsalda % 84 kadın iş gücü mevcut ancak % 77’si ücret almıyor,
-TBMM ise kadın milletvekili oranı % 14
-Ülke nüfusumuzun % 49.8’ ini kadınlar oluşturuyor.
Gericiliğin kucağına düşürülmeye çalıştığımız içinden geçtiğimiz tarihsel süreçte bildik şeyleri tekrar etmekte fayda olduğunu düşünüyorum.
Osmanlı devletinin düzenini oluşturan, erkeğin üstünlüğüne dayanan, aile hayatında mirasta şahitlikte ve bunun gibi pek çok konuda erkeklerin daha fazla haklara sahip olduğu dini kurallara göre düzenlenmiş “Mecelle” kanun kitabının hükümlerinin uygulaması söz konusu idi.
Emperyal oyunlarla ve esasen gasp yolu ile dünyanın yeniden paylaşılması demek olan 1. Emperyal savaştan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde bağımsızlığını ilân ederek lâik, demokratik, sosyal hukuk devleti niteliği ile kurulan Türkiye Cumhuriyet’inin Mecelle’den, Medeni Kanuna geçişini 1923 yılında Bursa’da halka yaptığı konuşmasında şöyle açıklıyordu Mustafa Kemal.
“Yeni Türkiye, ne zamana ne de ihtiyaca uymayan mecellenin hükümlerine bağlı kalarak yönetilemez. Yüz sene beş yüz sene bin sene evvel yaşayan bir toplum için yapılan yasalarla bugünkü toplumu yönetmeye kalkışmak gaflettir, cehalettir” diyerek Türk Medeni Kanunu’nu oluşturacağını ilân ediyor.
17 Şubat 1926’da TBMM de kabul edilerek yürürlüğe giren Türk Medeni Kanunu, Atatürk devrimlerinin temelini, dinsel hukuk düzeninden lâik hukuk düzenine geçişin kanıtı olarak bir uygarlık belgesi olarak da kabul edilmektedir.
Türk Medeni Kanunu ile; Türk kadını, ekonomik, sosyal ve hukuksal tüm alanlarda erkeklerle eşit haklara sahip hale gelmiş ancak siyasi ve demokratik alanda kadın- erkek eşitliğinin oluşması ancak TBMM nin 1930 yılında kabul edildiği üzere belediye seçimlerine, 1933 yılında muhtarlık seçimlerine, 1934 yılında ise milletvekilliğine katılabilme hakkı kazanmıştır.
Sonuç olarak; Türk Medeni Kanunu hükümleri gereğince Türkiye Cumhuriyet’inde yaşayan tüm herkes kanunlar karşısında eşittir.
Tabi ki bu durum kanun tanıyanlar için böyledir. Kanun tanımayan ya da kanun satın alanlar için durum bambaşka bir seyir takip etmektedir.
Böyle bir seyrin sonuçlarında ise;
Haklının, haksız
Suçlunun ise suçsuz olarak yaşaması sağlanmış olmaktadır.
Size tanıdık geldi mi bilemiyorum ancak benim başıma gelenleri yazmaya koyulmanın zamanı kazanımlarımın borcu ve bedeli olarak geldi kanımca.
Ben yazmazsam, sen söylemezsen, biz itiraz etmezsek nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa.
Antalya’da neler oluyor.?
Devam edecek..
Sağlıcakla.