YARINA YOLCULUK

Yeni Bir Şehre Yolculuk

Şehirleri insanlar yaptıkları için şehirlerin karakterleri, fizyolojileri, psikolojileri, sosyolojileri ile o şehirde yaşayan insanlar birbirlerine çok benzerler. Yeni bir insanla tanışmakla daha önce gidilmemiş yeni bir şehre gitmek arasında çok fark yoktur bu sebeple.

Kendi şehrinizde yalnızlığınıza ve sükûnetinize alışmış yaşarken birden bir çağrıya uyup hiç bilmediğiniz bir şehre kendi kendinize gidebilirsiniz. Bu ruhsal bir yolculuktur zaten, kimseye haber vermeye ve izin almaya da gerek yoktur. Eğer şehrin sizi kapısında bekleyeceğinden eminseniz, ya geleceğinizi ona bildirirsiniz, ya da davet beklersiniz.

Ben mesela davet bekleyenlerdenim. Çat kapı gidebilmem için çok fazla yüreklendirilmem lazım, tercihim kapıda karşılanmaktır. 

İnsan yeni olan her şeyden ürküyor, insan da olsa, şehir de olsa, anlam da, aşk da, dostluk da olsa. Kendi şehrine, insanına, kültürüne, komşusuna, aşkına, yalnızlığına alışkın olanlar kaybolmaz çoğunlukla ya da bir problem çıkarsa nasıl çözeceğini bilir.

En son hangi yeniye gittiğimi bilmiyorum. Hep bildiğim, daha önce gidip gezdiğim, her türlü detayına vakıf olduğum mekânlarda, şehirlerde, bedenlerde, ruhlardaydım. Hep bildiğim ruhlar(a) dokundu(m). Bu sebeple hiç heyecanlanmamıştım, çünkü hiçbir anlam ve yaşanmışlık yeni değildi.

Ama şimdi yeni bir şehrin kapısının önündeyim. Kapıyı henüz çalmadım. Çalıp çalmayacağımı bilmiyorum. Kapı bana zaten açık da değil. Sadece kapının önündeyim. Bildiğim ben benim şehrimin kapısını açtım ve onu şehrimin en boş yerine aldım. Dolaştık iki teker, iki nefes. Benim şehrimi mi geziyorduk onun şehrini mi geziyorduk bilmiyorum. Belki hepsi belki hiçbiri…

Gördüğüm ve anladığım bu şehrin yolları geniş, ışıl ışıl bakıyor pencereleri sokaklara, kalabalık değil, tek tük insanlar caddelerinde, cümlelerinde. En son yangından kalan koca bir enkazı var.  

Birden durduk o enkazın önünde. Hikâyesini anlatı. Daha çıkarılmayan anılar duruyor içinde. Elini vursan elin yanar, ateşi hala üstünde. Yangını sönmemiş. Gözleri dolu dolu enkazın altında kalan hikâyesine bakıyor ve yığınların altında ezilmiş kelimeleri çıkarmaya, bulmaya çalışıyor uygun anlamları yaratmak için.

“Yoruldum” diyor “kırmadan, kırılmadan, yakmadan, yanmadan, yana yana dolaşırken, duvar olmak, ev olmak, şehir olmak, anlam olmak meğer ne zormuş”  diye ekleyiveriyor son cümlesine.

Şehir yüreğini açtı, elinde erbane, kendi şehrinin koca bir parçası olan büyüttüğü cerenim dediği mahallesini gösterdi.

“Kopacak benden” diyor. “Büyük şehir olacak” diyor.

Kopsun, büyükşehir olsun tabi, hep mahalle kalacak değil ya. Ağacın da, çocuğun da, şehrin de büyümesi zordur. Bir sürü sancısı vardır. Cefası vardır. Zorluğu vardır. Sabır gerektirir. Her büyüme, dünyasını dar eden bir yolculuğun devamıdır. Ney dar gelirse onu değiştirir insan. Sabredilmemelidir darlığa. Ayakkabı da dâhil buna, ev de, saksı da, yürek te. Dar geleni değiştirmezsen büyüyemezsin, büyütemezsin. Sen huzurlu ol ki, senin üstünü örten huzur tüm şehri güçlü kılsın.

Barselona’ya gittiğimde de, Viyana’ya gittiğimde de aynı oldu. Üçteker konmuştum şehrin yüreğine, şimdi iki tekerdim. Onlara başkalarının kanatlarıyla havalanmıştım, şimdi kendi kanatlarımla, iki teker kendi rüzgârımlayım.

 

Sanki Buda ve Peşte gibi. Aramızda Tuna var. Onun sabah ışıklarını ben görüyorum. Akşam ışıklarımı o. Ara sıra köprülerden birinden diğerine bir cümle geçiyor.

 

Merakım var. Bu şehirde daha ne kadar kalırım. Bu şehre yerleşir miyim? Bu şehir bende ne kadar kalır. Bu şehir bana yerleşir mi?

 

Yeni bir yürek yeni bir şehir gibi midir? Bilmiyorum. Turistik gezi yapılır mı? Hani olmadı der geri döner mi insan kendi susuzuna. Garip geliyor bu soruların kendisi ve bunlara verilecek cevaplar.

 

Benim bildiğim tek şey var, turistik gezilerden fazlasıyla sıkıldım. İki üç gecelik seyahatler yoruyor beni artık. Yerleşmeyeceğim şehirlere turistik seyahat yapmak istemiyorum. Kiracı olduğum odalardan kendi evime taşınmam gibi, artık bir yüreğe yerleşmem gerek. Öykü biriktirmem gerek. Hayatımın geri kalanını verip hayatının geri kalanını almam gerek.

 

Ama bildiğim. İnsanlar o kadar korkuyorlar ki, o kadar endişeliler ki. Geçmişin yangınları, geçmişin öğrenilmişlikleri, söz vermişlikleri peşinde, silinmiyor izleri. Çoğu zaman insan kendi susuzunda kalmayı, başkasıyla cennet yaratmaya veya başkasının cennetine girmeye tercih ediyor.

 

Bu şehri sevdim ben. Kendi kendime sordum, “Bu şehre yerleşir misin” diye? Cevabım “evet” oldu. En son yangında yanan sokakların, hanelerin, anlamsızlıkların, güvensizliklerin enkazı kaldırılmalıydı.

 

Bu şehir benim şehrimde kalır mı bilmem. Bu soru da onun payına düşeni.

 

Ben bu şehirde olmaktan, bu şehri tanımaktan ziyadesiyle memnun oldum. Sükûnet içindeyim. Sessizim. Keyfini çıkarıyorum her anının. Barselona’yı da, Viyana’yı da, Roma’yı da ve hatta adını sayamayacağım birçok diğer kenti de sevmiştim. Ama gidip geri dönmüştüm. Şimdi durum daha farklı. Bakalım iki teker, iki yürek olur mu?

 

Göreceğiz.

 

 

Yayın Tarihi
12.09.2019
Bu makale 3049 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!