YARINA YOLCULUK

Yaşamaya Dair

                                                                                                                       Sım Sıkı Dosttuk
                                                                                                                   Özlemiştik Sım Sıkı

 

Ay Işığında
Kumsalda

İki Damla Deniz Suyunda Karıştık

 

Sım Sıkı Baktı Gözlerime

Sım Sıkı Baktım Gözlerine

 

Sım Sıkı Tuttu Ellerimden

Sım Sıkı Tuttum Ellerinden

 

Sım Sıkı Kucakladı

Sım Sıkı Kucaklandım

 

İçime Çektim Onu
İçim Hala Onunla Dolu
Mas Mavi Adıyla

Baktım Bende Onda Doluyum

Hala ondan akar nehirlerim
Hala ona akar nehirlerim



Çok geç olmadan, telafisi mümkün olmayan zamanlara gelmeden bazı şeyleri yapmak gerek. Bunun için söylenmiş ve söylenecek elbet çok şey var.

 

Ataol Behramoğlu’nun dediği gibi yaşamak varken; “Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten, sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği, … Kucakladın mı sım sıkı kucaklayacaksın arkadaşını, kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin…”, ben dahil birçoğumuz arkadaşlığı, dostluğu ve vatan severliği Ahmet Kutsi Tecer’in şiirinde belirttiği gibi yaşadık halbuki. “Orda bir köy var, uzakta/ O köy bizim köyümüzdür./ Gezmesek de, tozmasak da/ O köy bizim köyümüzdür. // Orda bir ev var, uzakta/ O ev bizim evimizdir./ Yatmasak da, kalkmasak da/ O ev bizim evimizdir…”. Bizimdir ama sahip çıkmayız. Bizim deriz ama anılarımızda yoktur. Aslında tek bir gerçek var, sahip çıkmadığın, sahiplenmediğin, gitmediğin, görmediğin hiç bir şey senin değil.

 

Nerelisin derler, ben mesela Bünyan, Elbaşı’lıyım derim. Ama Elbaşı’ya ait hiçbir anım yoktur. Ait olduğunuz ailede mesela yine kendim için söyleyeceksem, dayısı olduğum çocukların anısında yoksam içi boş bir dayılıktır bu. Çevreciyiz deriz. Çevreciliği en basit haliyle, sokağa çöp atmamak olarak algılarız. Mermer ocakları olmasın isteriz ama evimize mermer küpeşteler, mutfak tezgâhları, merdiven basamakları, duvar kaplamaları döşetiriz. Müslümanız deriz ama bayramdan bayrama gereklerini yerine getiririz. Yalan söyleriz, içi dışı farklı yaşarız, sözlerimizi tutmayız, devletim malı denizdir hala.  Yani her şey aslında içi boşaltılmış, anlamından uzaklaşmış bir yapıdadır. Yani her şeyimiz bir o kadar sığdır. Bu durumu Doğan Cüceloğlu “mış gibi yaşamak” olarak tanımlıyor. Seviyormuş gibi sevmek, dayısıymış gibi olmak, vatansevermiş gibi davranmak, müslümanmış gibi olmak, çalışıyormuş gibi yapmak, maaş alıyormuş gibi olmak ve yaşıyormuş gibi yaşamak. Bunun örneklerini çoğaltmak mümkün. Yani aslında birçoğu ya da hepsi ya yarım, ya çeyrek ama hiç biri tam değil.

 

Sonra ne mi oluyor. Derin pişmanlıklar, “keşke” ile başlayan cümleler.  Jorge Luis Borges’in Eğer Yeniden Başlayabilseydim Yaşama, isimli şiirinde olduğu gibi;

 

“Eğer yeniden başlayabilseydim yaşama, İkincisinde, daha çok hata yapardım. Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım. Neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar. Çok az şeyi ciddiyetle yapardım. Temizlik sorun bile olmazdı asla. Daha çok riske girerdim. Seyahat ederdim, daha fazla. Daha çok güneş doğuşu izler, daha çok dağa tırmanır, daha çok nehirde yüzerdim. Görmediğim birçok yere giderdim. Dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye.
Gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine. Yaşamın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardandım ben. Elbette mutlu anlarım oldu ama yeniden başlayabilseydim eğer, yalnız mutlu anlarım olurdu. Farkında mısınız bilmem. Yaşam budur zaten: Anlar, sadece anlar. Siz de anı yaşayın. Hiç bir yere yanında termometre, su, şemsiye ve paraşüt almadan gitmeyen insanlardandım ben. Yeniden başlayabilseydim eğer, hiç bir şey taşımazdım. Eğer yeniden başlayabilseydim, ilkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım. Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla. Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır, çocuklarla oynardım, bir şansım daha olsaydı, eğer. Ama işte 85 'indeyim ve biliyorum... Ölüyorum...”.

 

Bunun suçlusu asla biz değilizdir. Hep dışımızdaki işiler ve olaylardır. Hep başkalarıdır. Yoğun hayattır. Maddenin peşinde koşmaktır. Anlamı unutup şekilciliğin içinde olmaktır. Behçet Necatigil’in Sevgilerde şiirinde tanımladığı gibi biz değilizdir.  “Sevgileri yarınlara bıraktınız. Çekingen, tutuk, saygılı. Bütün yakınlarınız, Sizi yanlış tanıdı. Bitmeyen işler yüzünden (Siz böyle olsun istemezdiniz). Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi, kalbinizi dolduran duygular, kalbinizde kaldı. Siz geniş zamanlar umuyordunuz. Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek. Yılların telâşlarda bu kadar çabuk geçeceği aklınıza gelmezdi. Gizli bahçenizde açan çiçekler vardı, gecelerde ve yalnız. Vermeye az buldunuz yahut vaktiniz olmadı”.

Sonra ne mi olur. Eğer olabiliyorsa, şanslıylasınız. Mustafa Darıcı’nın yaptığı gibi Dolunayda Şiir ve Müzik Gecesinde karşılaşırsınız ve sım sıkı sarılırsınız bir dostunuza (yani bana). Yüreğinizi dolduracak şekilde. Evet, bende onu, eşi Sema’yı ve kızları Nehir’i gerçekten özlemiştim. Ben de istisnasız aynı duygularla sarıldım ona. Telafi edebilmiştik biz kendimizi. Ama Mustafa’nın gözleri dolu, usulca “Daha çok yakınlarda kaybettiğim koro şefime böyle sarılmamıştım ve eksik kalmıştı Faik hocam, bari biz bir birimizi eksik bırakmayalım” dedi kendini kendine ve kendini bana itiraf ederken. Aslında bende sessizce kendimi ona ve şu ana kadar sım sıkı sarılamadığım herkese itiraf ediyordum.

 

Ağustos’ta ameliyat olmuştum. Bu ameliyattan sonra oldukça da duygusallaştım. Üstünden neredeyse 40-45 gün geçmiş olmasına rağmen hala başkasının bakımına muhtacım. Ailemden kimsem yoktu. Bende yanımda olmalarını istememiştim. Bir bacım ameliyatımın 13. günü “Abi, geçmiş olsun ameliyat olmuşsun” diye aradı. Suç benimdi. Toprağa bir avuç tohum atarsan, bir avuç buğday çıkardı çünkü. Kızmıyorum aileme ve elbet bacıma, demek ki, onlarda ve onda o kadar birikmiştim o da bana o kadar akmıştı.

 

Ameliyat yerim bu kadar acımadı, yalnızlığın bana verdiği acı kadar. Sağ olsun, Vedat, İstemihan abi, Zülfü abla, Kamile abla, Makbule, Ayfer kızım, Nefiye, İlke, Sinan, Sepideh, Hakan ve Aynur, Nuran ve Canan kızım yanımdaydılar. Taa 3800 km uzaktan Salome hep moral verdi bana. Birçok arkadaşım telefonla aradı. Ama en çok Emel’in araması geçmişte yaşadıklarımızı telafi fırsatı da vererek beni yaşama ve dostluğa yüreklendirmişti. Aynen Mustafa dostum gibi. Acımı azaltmadılar belki, ama beni çoğaltmışlardı.

 

Neyi eksik neyi fazla yaptım bilmem. Ben bana öğretilen ve sonrasında farkındalığına vardığım her şeyi de didinerek değiştirdiğim bu hayatı ancak bu kadar yaşadım. Sevilmesi gereken insanı komşu da olsa, tanıdıkta olsa veya hiç tanıdık dahi olmasa sevdim, saygı duydum sevilmemesi gereken bir insanı akrabam dahi olsa sevmedim, saygı duymadım. Annesinin ve babasının bir kere dahi kucaklamasını hatırlamayan dede olma yaşında eksik yanları olan bir çocuğum hala.  Şimdi elli yaşında biriyim.  Geri kalan ömrümde, neyi ne kadar telafi ederim bilmem. Bakıp göreceğiz. Eksik kalanlardan af dilerim. Ama en azından oğlumdan başka ve adını sayamayacağım birçoklarına ilaveten, içimi doldura doldura Mustafa Darıcı dostuma da sarılmıştım.

 

Tam yeri gelmişken kendi yazdığım bu şiirle bitirmek isterim çığlığımı;

 

Su(smak)

 

rakıyı

ben içince

aşka

başkası içince

küfre dönüşür

Oğlum Doruk’a İthaf

 

özlemlerin sesinde

tenhada susan köy çeşmeleri

ben olmasam da akan, musluksuz,

gitmesem de giden yollar, duraksız,

iki dörtlük notada çalınan türkü, bensiz,

 

bir damla su düşse yüreğime sel basar yalnızlığımı

bu nasıl bir nehir

su çekmek yerine ben akarım

çarpa çarpa kıyısında zedelendiğim anılarla

 

kadınım, denizim

nasıl varırım sana

 

hoyrat eller bu denli tırmalarken yatağı

su ve sen

aynı yatakta(n) aktınız

aklımdaki vadiler

gönlümdeki vadiler

yüzümdeki vadiler

sizin eseriniz

 

çocukların saklambaç bile oynamadığı yalnızlıkta

ovanın ortasındaki peri bacasıydım ben

 

yok böyle olmayacak

sus(ma)mak lazım

en sessiz çığlığım kaç dağda yansır bilinmez

kaç adım atarım kendi içime belirsiz

sensiz

durup durup

soluksuz

 

kendimi dinlemekten 

kendimde dinlenmekten yoruldum

su ve sen aynı yolda aktınız

ben sizin yolunuza çıkmıştım

kendimde kayboldum

 

su dersen akan sular durur bilirim

unutmadım

Su

Sen sustun, Ben susamadın.

 

Yayın Tarihi
08.10.2013
Bu makale 11638 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
üstadım şiire olan sevginizi dolaylı olarak arkadaşlarımca duvarımda yayınlandığı için biliyorum bu makaleyide tesadüfen okudum açıkcası ve birşeyler karalamak istedim. nedenini aslında bilmiyorum. düzenlenen şiir geceleri ve arkadaş sohbetleri etkinliklerinizi biliyorum sadece; ve o organizasyonların vakit geçirmek mi, vakit öldürmek mi yoksa vakti yaşamak mı yani bireyler arasında hayata dair eğitici, keyifli, katkı sağlamak amaçlı mı olduğuna dair merakımı gidermek adına makalenizi okudum. açıkçası fikrimi söylemekte istemiyorum, etkinliklerinizle ilgili fikir sahibi oldum sanırım. eğer siyasi veya güncel bir konu olsaydı mevzuu konuya dair gerçek yorum yapardım ama sanırım bu makaleye veya şiirlere sadece saygı duymak yeterli. geçmiş olsun diliyorum. saygılarımla adnan kaya

adnan kaya 08.10.2013

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!