Kimse inkar edemez, hepimiz kendi sosyal sınırlarımız içinde özgürüz. Gücümüz yettiğince canımızın istediği yere yerleşebiliriz, dilediğimiz gibi yer içer ve gezeriz.
Gelin görün ki Kaos Teorisi’nin ortaya koyduğu üzere, "Kelebek Etkisi" olarak adlandırılan bir olgu var. Kişinin adımıyla bile insanlığa bir yol çizen insani kader; "Arabamdan çöpümü atarım, yerlere tükürürüm, az önce elimi kirletmişimdir ama şimdi elini sıkabilirim... Dünya buncacık şeyle kirlenmez! Eşime, çocuklarıma, çalışanlarıma baskı ve gerekirse şiddet uygulayabilirim kim ne karışır!" özgürlüğü(!) azar azar çevrenin ve toplumun kirlenmesine, yuvadaki çocukların psikopatlaşmasına ve gittikçe artan bir toplumsal pisliğe ve şiddete dönüşür. "Toplumsal" dedim ama, bunu küçültmeyelim ne olur! Artık dünya halklarının tümü BİR toplum. Bu toplumun kırsalı Afrika; varoşu Çin, Hindistan vb. Uzakdoğu ülkeleriyle Latin Amerika; burjuvasisi Avrupa ve sonradan görmesi Amerika (fena genelledim farkındayım, Rusya ve Avustralya gibi ülkeleri siz yerleştirirsiniz). Psikopatlaşan çocuklarıyla Amerika hepimizin başına bela; bencil burjuvazi yaşlılarını ölüme terkediyor; köylülerimiz zaten ölümle pençeleşiyordu, onların cephesinde yeni bir şey yok. Varoştaki bir vurdumduymaz, oturup bir olmadık bir yaratığı çorba yapıp içmiş "Kime ne kardeşim, ben seviyorum bu tadı-yaşamı; edersem kendime ederim." özgürlüğüyle hareket ediyorsa, bu kişisel düşüncesizliğinden dolayı, kim yargılayabilir onu? Ki kimler ne vandallıklar yapıyor yargılayamıyoruz.
Her şey evriliyor, değişiyor ve zamana ayak uyduruyor. Tek bir şey hariç; toplumsal/insani vicdan ki zaman ve mekanın üstündedir kendileri. Yere tükürürken, sokağa çöp atarken, can yoldaşlarına ya da emekçilere zorbaca davranırken sol yanında bir yerin sızlayıverir. Yolda yürürken bir böceği, karıncayı çiğneyemezsin. Aklına kötü bir düşünce gelir utanırsın. Her biri vicdanın müdahalesidir, "Dur!" dediğinde uyuyorsan o emre, insanlık bir adım daha ileri gider.
Burada, belki bilmeyenlerimiz vardır diye, başlıktaki “Pirus Zaferi” tanımını kısaca anlatmak istiyorum izninizle.
Epir'in şan şeref düşkünü kralı Pirus, kendinden Roma’ya karşı yardım istenmesini fırsat bilerek, yarım adanın lideri olmak hevesiyle bir çok fil ve 25 bin askerden oluşan ordusuyla İtalya'nın güney ucuna gelir. Böylece Pirus'un ordusuyla Romalılar arasında MÖ 280 – 275 yılları arasında 5 yıl sürecek Pirus Savaşları başlar.
Pirus, gözü karalığı ve savaş yeteneğiyle Romalıları önce Heraklia savaşında yener, zafere rağmen kendisi de oldukça fazla askerini Ancak, Romalılar yenilmelerine rağmen çok inatçı ve dirençli çıkarlar. Üstüne üstlük, yarım adanın güneyindeki İtalik'ler de Pirus'un hesapladığının aksine, ona değil, Romalılar’a katılır. Romalılar, devasa insan kaynakları sayesinde kayıplarını da anında telafi edebilmektedirler. Küçük çaplı çatışmalardan sonra, iki ordu arasındaki ikinci büyük savaş Askulum'da meydana gelir. Pirus'un ordusunda o zamanın en etkili askeri gücü olan filler bulunmaktadır. Romalılar ise daha çok kalabalık bir gerilla ordusu gibidir. Romalılar, Pirus'un asıl gücü görünen unsurları yani filleri hedef alarak, onları kızdırıp panikletmeyi başarırlar. Dev cüsseli hayvanlar etraflarındaki herkesi ezmeye başlayınca Pirus büyük kayıp verir. Zor bela da olsa Romalıları püskürtmeyi başarır ve 'meydan'daki zaferi yine kazanır. Antik Yunanlı tarihçi Plutark'ın kaydettiğine göre, Pirus bu savaşı kazanırken ordusunun büyük bölümünü kaybettiği için, onu tarihe geçirecek şu sözleri söyler: "Bir zafer daha kazanırsam tamamen biteceğim. Tanrım, bir daha böyle bir zafer verme!"
İki büyük savaş atlatan, neredeyse her yüzyılda salgınlarla sınanan insanoğlu, her büyük felaketten sonra “Barış, sevgi, kardeşlik” sloganları atarak, aklı başına gelmiş gibi görünüyor ama ne yazık ki kısa sürede eskisinden daha bencil ve açgözlü bir yaşam tarzına dönüveriyor. Teknoloji ve tıp çok hızlı gelişirken, ömrümüz de uzuyor bir yandan ve doğayla mücadelemiz sürekli zaferlerimizle, yıkıcı zaferlerimizle devam ediyor. Covid-19 Virüsü özelinde, doğaya karşı bu "SAVAŞ"ı da kazanacak insanlık, her kazandığı savaşta azar azar yok olan bencil insanlık.
Ve bir şiir
Denizin Kıyısında
Bekleme gel,
tutunamasın üstümüzde yılların kiri,
tuzlu sularında yunalım,
denizin kıyısında duralım.
Teknesiz kayıksız kalsak da
binelim ay ışığına,
yorgun koylarında salınalım,
denizin kıyısında duralım.
Kaç zaman geçirdik uzak,
kaç yokluk yığıldı üstümüze,
kaç özlem
yandı yandı söndü,
kaçı acı, kaçı tatlıydı yılların
şarkılı sesinle sayalım,
denizin kıyısında duralım.
Balıklar tutalım,
muştucu kuşlar gibi
neşeli olsun kıpırtıları,
gözcü dikelim tepemize
bulutsuz gün ışımalarını,
tek kaygımız olsun kaygısızlığımız,
donsun geçmiş
kalsın uzanamayacağımız yerde,
utanma
sıyrılalım giyindiğimiz izbelerden,
ne varsa üstümüze yüklenen
soyunalım,
denizin kıyısında duralım.
Bir söz mü verdin
arkasında ben,
ettiğin yeminin
kefareti ben,
zamanın kadranı yaman terazi,
borç alacak ne varsa dünden
her iki kefesine
ağırlığımızca
hakkımızca vuralım,
denizin kıyısında duralım.
Koşturduk can havliyle
nefes nefese,
iki yaşam artırıp
devirdik dokuz şehri,
sonuncuda konalım,
denizin kıyısında duralım.
Bitecek bunca uğraş;
solacak bunca renk,
bunca heves ve istek,
durma
son kalan maviye dalalım,
kulaç kulaç,
kucak kucak,
denizin kıyısında duralım...