Turizmin 'Ağabey’leri

Bilgi, görgü ve eğitimle birlikte zamanla gelişme gösteren kişisel doğrularımız, kimler tarafından etkilendi? ‘Ağabey’in ortaya koyduğu performans, sadece o anlık bir ritüel'den mi ibaretti? Yoksa her yeni oyunda yer alan diyaloglar tamamen doğaçlama olarak mı sergilendi? Sonuç 'Yanlış' olduğu halde, kendince 'Doğru' yaptığını düşünenlerin ısrarlı tutumu, sonucu kayıtsız şartsız ‘Doğru’ olarak kabul etmemizi etkiledi mi? Gelin tüm bu soruların cevaplarını aşağıda birlikte bulmaya çalışalım.   

 

Turizm sektöründe çeyrek yüzyılı geride bıraktığımız bu dönemde, ULAŞIM, GEZİ ve KONAKLAMA üçgeni içinde ve aralarında bağlantı sağlayan gizemli şifreleri halen çözmüş durumda olduğumuz söylenemez. Her bir madde başladığını ilgilendiren geleneksel uygulama standartlarını tanımlamak, hayata geçirmek ve genç nesillere aktarmak konusunda yetersiz kaldığımız bir gerçek. Oysa işin temelinde yer alan metotlara bakıldığında, karmaşık gibi gözüken ancak gerçekten öğrenmek amacı ile irdelendiğinde, aslında işin temel niteliğinin ne kadar kolay ve anlaşılabilir olduğu net olarak karşımıza çıkmaktadır.

 

Günümüzde Türkiye Cumhuriyeti ekonomisinin neredeyse Lokomotif sektörü halini almış olan Turizm Sektörü’nün öyküsü aslında böyle ilkel şartlar altında başladı. Yabancılığa olan ilgi ve özenti 'Levis' ve 'Converse' modelinden çıkmış, 'Canlı ama yabancı insan' kimliğine dönüşmüştü. İlgimiz ve alakamız tamamen bu yöndeydi. Yabancılar müşteriler memnun olsun diye yemek sonrasında restoranın ortasında göbek atan işletme sahipleri, benzin deposunu doldurup kendi özel arabasını misafirlerine tahsis eden Otel sahipleri, veda zamanı onlarca hediye alıp misafirlerini yaşlı gözlerle uğurlayan nice isimsiz kahramanların ortaya çıkmaya başladığı, duygusallığın tamamen 'manevi' olduğu bir neo-klasik dönem.

Bu dönemde 'maneviyat' her şeyin üstünde olarak algılan ve hüküm süren bir olgu niteliğinde, sessiz ve sakin bir biçimde her olumsuzluk ve problemi perdeleyen bir paravan niteliğindeydi. İyi niyet ve yardımseverlik bayrağını dalgalandırarak atlı süvariler gibi hücum edilirdi bilinmeyen ve keşif edilmeyi bekleyenlere. Adeta birer maceraperest olan her bir turizm çalışanı birçok liman keşif etti kendince. Ve gönüllerimizde yer eden birçok insan manzarası anılarımızdaki yerlerini aldı. Başta neyi yanlış ve neyi doğru yaptığımız çok önemli değildi. Nede olsa her icraat 'Üstün maneviyat' olgusu ile harmanlanmaktaydı. Turizmin o dönemlerde sadece 'Yabancı bir insan’ı tanımak' kavramından geçtiği bir dönemdi. Özel sektör tekelindeki turizm faaliyetlerinin yolu devlet kontrolü altındaki kurumlar ile kesiştiğinde, 'YOH' ve 'YASSAH'lar ile sıkça mücadele edilen o muhteşem yıllar. Ve tabii ki otelciliğin sadece 1-2 yabancı zincir otelin tekelinde bulunduğu bu dönem. Bizlere göre yabancı ve sarp kayalar üzerine inşa edilmiş, ulaşılması zor kaleler topluluğu.

 

Kendi mahallemizde çelik çomak oynadığımız o mutlu yıllar…

 

Sektörün daha emekleme döneminde olduğu zamana geri döndüğümüzde, Seyahat Acenteciliği ve Otelcilik kavramları üzerinde henüz el değmemiş birçok uygulamalara tanık olduğumuzu hatırlarız. Her şeyin para ile ölçülmediği gibi, keşfetmeye ve öğrenmeye tamamen 'AÇ' olduğumuz bir dönemden bahsediyorum. Sektörümüz, organize turizm faaliyetlerinin başladığı 1980'li yılların ikinci yarısına çok hazırlıksız yakalandı. Kalifiyeli, kalifiyesiz personel sıkıntısı had safhada, yabancı lisan bilgisinin çok yetersiz olduğu bu yıllarda sektörde baş gösteren büyüme trendi içerisinde personel olgusu, maalesef sınıfta kaldı. Halen hazırda bu anlamda çok fazla yol kat edilmiş değiliz. ‘’Doğruları ama sadece doğruları söyleyeceğime yemin ederim’’ diye yemin edilmesi şartı getirilmemiş, zaten yaptığımız her icraatın doğru olduğunu düşündüğümüz sihirli bir süreç. 

 

Bir nevi 'Ombudsman' olan ‘Ağabey'ler, başımızın her sıkıştığı anda bize yol gösteren, adeta bir koruyucu melek kimliğine bürünmüş olan büyüklerimiz. Sanki çoğumuz onlardan öğrendik, harmanlayarak tanımladık, yeni yorumlar katarak geliştirdik kendimizi. Turizmin 'T'sini bilmeyen ancak sözüm ona eğitim vermeye çalışan devletin resmi eğitim kurumları, kırık tabak, çanak ve çömlekle sektöre uyum sağlamaya çalıştıkları dönem. 'AÇ' olarak çalıştığımız yıllarda, öğrendiklerimizin yararlarını çok sonraları gördük. Nihayetinde hizmet verdiğimiz toplulukta 'AÇ' olarak karşımıza çıkarak, 'Doyur bizi Ey fani' dercesine heybetli duruş sergilemekteydi. İşin özü, daha 'sözün başladığı' yerdeydik henüz. Sektörde yer alan başrol oyuncularının daha sahne oyunlarını ezberlemek ile meşgul oldukları bu dönemde, aslında her şeyi seyircileri ile birlikte geliştirler. Uygulamalı sahne performansı gibi.

 

Temel kavramların içtenlik ve samimiyet ile aktarıldığı bir dönemin süzgecinden geçenler bunun ne demek olduğunu iyi bilirler. Turizm sektörü kendi iç dinamikleri ve kavramlarını bir bakıma kendisi yarattı. Geçmiş yıllarda üzerinde çok sıklıkla konuşulan, devletin tüm ilgili kurumları tarafından terk edilmiş öksüz evlat muamelesi gören 'Özel sektör', aradığı bu aidiyet ortamını 'Ağabey' rolünü üstlenmiş idol'de buldu. ‘Ben’lik duygusunun henüz telaffuz edilmediği, yardımlaşma ve her zaman danışılacak bir 'Ağabey' modelinin olduğu dönem başlamıştı. 'Ağabey'lik bu anlamda bir bakıma eksik olan bir otorite boşluğunu doldurma görevini de yerine getirmiş oldu. İşin içinden çıkamayanlar hep 'Ağabey'lerini aradılar, sonuca kolaylıkla ulaştılar. Çoğu kâğıt, okka ve mürekkep üçleminden bihaber aldı nasihatlerini.

'Şu öğrendiklerini bir kâğıda dökün bakalım, herkes okusun' dediğiniz anda hepsi kilitlendi. Öğrendiklerini kâğıda yazarak kendinden sonrakilere aktarma fikirleri onlarca çok yabancı olarak, böylece bildiklerini yıllarca uyguladılar. 

 

'Ağabey'lik modeli, sektördeki bazı kanaat önderleri tarafından yerine getirilmekteydi. Kendileri ayrıca 'Yüce' ve 'Bilge' alt kimliklerine sahipti. Buna benzer örnekler yüzyıllardır Anadolu'da hüküm süren toplumların üstünde tutulan modeller olmamış mıydı? ‘'Kazanın doğurması'’ ve ‘’Göle maya çaldım, belki tutar...’' söylemleri aslında kendilerini model almış kişileri ne kadar aşağıladıklarının birer derecesi değil miydi? Bizim 'Ağabey'ler bu derece söylemlerden uzak, kendince doğru olanları aktardılar sadece. Toplum içerisinde bulundukları statünün konumunu göz önünde bulunarak yorum getirdiler olaylara.

O dönemlerde doğru ve yanlış tartışılmadı, önemli olan sadece yol gösterici olmalarıydı.

Bu yıllardır böyle devam etti. Aslında yaşanlar geleneksel bir usta-çırak ilişkisinden ibaret, mektepli olmayanların geçtiği bir süreç, karnesiz ve diplomasız bir ilim ve irfan yuvasın mensuplar topluluğu. Otorite boşluğunu dolduran, iş hayatındaki önemli kararların arifesinde danışılan, alınan tavsiyeler doğrultusunda yelkenlerin rüzgârla doldurulduğu bir ‘Danışma mekanizması’. 

 

Sonrasında; 'Ağabey'lerin eski popüliterisini kaybettiği, danışılacak, başınızı yaslayıp omzunda ağlanacak bir üst model eksikliği neticesinde kendi kararlarımızı kendimiz almaya başladığımız bir dönem. Her ''Ağabey'' eksikliğinin yeni 'Ağabey'ler yarattığı hayatımızın yeni bir dönemi. Artık kendi 'Ağabeyimizden öğrendiklerimiz sorgulamanın zamanı. 'Ağabey' kimdir, kimleri 'Ağabey' olarak kabul ettik, hangi 'Ağabey'lerin kanatları altına kayıtsız şartsız sığındık? Onlardan öğrendiklerimiz bize ne gibi yararlar sağladı? Bir 'Ağabey'in öğütleri bizlere neyi keşif etmeyi sağladı? Güvenli bir limana mı yanaştık, yoksa azgın dalgaların arasında kalıp ölüm kalım mücadelesi mi verdik? Kendimize bu soruları sorarak içtenlik ile yanıtlama vakti geldi bence sevgili okurlar.

 

Yeni nesil 'Ağabey'ler günümüzde artık tüm bildiklerini kendilerine saklayan birer 'Sır küpü’ niteliğinde. ‘’Düşsede gülsek’’ ekolünü uygulamaktan son derece büyük zevk alan başarılı temsilciler. Yenidünya düzeninin tarifi zor birer post modern ‘Düzen bozucuları’. Bazen doğru ancak çoğunlukla yanlışlar üzerine kurulmuş bir dünyada adeta bir Don Kişot figürü, kendisi ile birlikte zavallı Sancho'yu da bitirme hatasını devam ettiren bir model. Sektörün içinde yer alan tüm katmanlarda yanlışların artık doğru kabul edildiği bir ortamın vazgeçilmez figürü. Her yel değirmenine yapılan rutin saldırının sonucunu kendi iç dünyasında ‘Zafer’ olarak niteleyen bir anlayışın sarhoş olmuş hali. Ve gariban Sancho'ya eşek üstünde mahkûm edilen zavallı hayatı. 'Yanlış'ların yeterince yapılıp 'Doğru'ya dönüştüğü bir ortamda bizler, ancak gerçek 'Doğru'yu öğrenmeye yönelirsek sonuca varabiliriz. Yoksa ‘Yanlış’ olanları ‘Doğru’ bilir, ‘Yanlış’larımıza devam ederiz. Bu nedenle 'Doğru'ları bulmak adına yine de bir 'Ağabey'inizin sesine kulak verin ancak kendi adınıza öğrenmeyi ve bilgi peşinden koşmayı hiçbir zaman bırakmayın. 

 

Sağlık ve sevgi ile kalın…

 

 

www.canbekin.com   

Yayın Tarihi
25.12.2011
Bu makale 10762 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!