ANKARA'DAN

Sende mi oldun Angaralı...

Bana sık sık sorulur bu soru, "Bir Antalyalının, Allah'ın Ankara'sında ne işi olur, neden hâlâ Ankara'dasın" diye.

Bence soru yanlış değil. Sanırım ben biraz "cins"im.

Yıllarca Ankara bürokrasisinde, en aşağısından en tepesine kadar bir çok kademede çalıştım mı? Evet.

Yöneticilikler yapıp, projeler yürüttü mü? Evet.

Sözler verilip, kazıklar yedin mı? Evet.

Eeee o zaman neden hâlâ Ankara'dasın?

Aslında bana bu soruyu soranlar çok haklı. Her yaz sanatçı Cem Karaca’nın, 12 Eylül darbesi sonrası iltica ettiği Almanya’da yazdığı Almancası “Beim Kaffee”, Türkçesi “Yarım Porsiyon Aydınlık” şarkısının "bu yaz yine güneydeydiniz" sözleri gibi yaşamanın alemi yok ki.

Git memleketin Antalya'ya, güneye; adam gibi yaşa.

Hiç itirazım yok.

Ama bazı şeyler insanın kanına girmeye görsün, olmuyor yapamıyorsun, dönüp dönüp duruyorsun bu çarkın içinde.

Antalya'da tüccar olmayı bir süre erteleyip, Ankara bürokrasisinde sürtmeye ilk Sevgili Arkadaşım Akif Ciyer ve rahmetli Muzaffer Özdemir'in "bizim kurumun sınavına gir" demesi ile başlamıştı.

Petrol Ofisi ve Orman Bakanlığı'nın sınavlarını da kazanmıştım (hatta bu satırları okuyanlardan bilenler vardır, hem de birincilikle), ben illa da Antalya'ya gideceğim ya, en rahat tayin YURTKUR'dan olur diye, Orhan Veli gibi "Evkaftaki memuriyetime"orada başlamıştım.

Bir gün sevgili Müdürüm Öksel Göçmen'in odasında otururken, odaya gelen Genel Müdürümüz Şahap Ar, "Gençler, neden bana proje getirmiyorsunuz" dediğinde, bende cevap ve proje hazırdı.

Hatta sevgili oda arkadaşım Meral Uslu bile şaşırıp kalmıştı anlattığım projelerime. Proje;

Büyük yurtlarda yabancı dil laboratuvarları ve kütüphane açılsın idi.

Genel Müdürüm, projemi dinleyince hemen, "sen bu projenin koordinatörüsün" demiş ve topu kucağıma bırakmıştı.

Üç aylık aday memursun, senin neyine proje falan, ama olan olmuştu. "İcat çıkardığım" için, ilgili ilgisiz şube müdürlerinden tutun daire başkanlarına, hatta genel müdür yardımcılarına kadar herkesten habire fırça, zılgıt yiyordum.

Neyse başardık.

Hem Üniversitede öğrencilikten, hem de bu projenin uygulama partneri Hacettepe Üniversitesinden hocam Prof Dr Emel Doğramacı ile bir sohbet sırasında, ona da bir sosyal sorumluluk projesinden söz etmiştim.

O da beni bir başka kurum, bakanlık ile ilişkilendirdi. Adaylık kalkıp "asil memur" olunca, ver elini naklen kurum değişikliği.

Bu arada da, Ankara'yı sevmeye başlamıştım. Gittikçe, Antalya Şarampol Caddesinde tüccarlık hayallerim yok oluyor, babalarımızın hayalleri olan tüccarlık konusunda, daha sonra CHP Burdur il Başkanlığı da yapacak olan, sevgili Osman Gök kardeşimi tüccarlıkta, yalnız bırakıyordum.

Türkçede bir söz vardır, "Kurdun Dişine Kan Değince" diye, işte benim de kanıma Ankara bürokrasisi işleyince, Ankara bir yaşam biçimi oldu çıktı.

Ha işin fantazisi yok mu? Olmaz olur mu, o da Cem Karacanın dizlerinde ki gibi yalnız bu yaz değil, her yaz güneydeydik.

Eee ne yaparsınız, aileniz güneyde, eviniz barkınız, soyunuz sopunuz güneyde, ama siz Allah'ın kırı, bozkırında, Ankaradasınız.

Yapacak bir şey yok.

Herkesin bir Ankara'sı olabilir ama, benim Ankaram biraz farklı.

Tamam solcuyuz, bu kimin ne kadar umurunda olur bilemem ama, bu ülkenin aydını sayılırız. O yüzden de, bu ülke için düşünen, çalışan, yazan, çizenler ile de bir diyaloğumuz vardır ve hep de olmuştur.

Dedim ya, bir şeyler yapmazsam beni "huzur teper".

Yıllar önce, genel yönetim, yerel yönetim bürokrasisinden, akademiden, özel sektörden, arkadaşlarım ile bir düşünce topluluğu kuralım dedim ve "Yedinci Ok Düşünce Topluluğu"nu kurduk. Sağ olsunlar beni koordinatör ve takım lideri seçtiler.

Projeler hazırlayıp, ilişkide olduğumuz partiye ve bazı sivil toplum kuruluşlarına veriyoruz. Düşünce topluluğunun tartışmalı günlerinde her kesimden arkadaşlarımızı davet ediyor ve ortak projeler ortaya çıkartıyoruz, falan, filan.

Mevcut iktidar kanadından da bu toplantılarda birlikte olduğumuz ve tartışmalar yaptığımız tanıdıklar ve arkadaşlarımız da oldu.

Halen milletvekili de olan ve "Sanat, bilim, teknoloji, felsefe gibi birçok başlıkta her geçen gün yaşanan gelişmeler, bu bilgilerin bire bir aktarılması ihtiyacını doğurmaktadır." anlayışında olan "ANKARA PALAS BULUŞMALARI" grubu ile de ilişkilerimiz bu çerçevede oldu.

Orada, 2017 şubatında konferansını dinlediğim ve kendisini "İslamcı" değil de "Müslüman demokrat" olarak da tanımlayan, Tunus Nahda Hareketi lideri RAŞİD EL-GANNUŞİ beni çok etkilemişti.

Ankara Palas Buluşmaları sayfasında Gannuşi için düşülen not çok ilgimi çekti. Tunus Nahda Hareketi’nin lideri Raşid el-Gannuşi'nin, partisinin 2012’de yapılan kongresinin açılışında "laiklik ve özgürlük vurgusu" tüm Müslüman ülkelere örnek olacak şekilde.

Hele hele o yıllar, aday olsa Cumhurbaşkanı seçilebilecek iken, ülkede kargaşa olmasın diye CB adayı olmaması ise muhteşemdi.

Konuşmasında, “Dini siyasi mücadelelerden uzak tutmak istiyoruz. Tarafsızlık çağrısında bulunuyoruz. Modern bir devlet, ideolojiler, büyük sloganlar ve siyasi kavgalarla değil, uygulanabilir programlarla işler.

Devletin gücü, baskı ve özgürlüklerin reddi anlamına gelmediği gibi; özgürlük de kaos anlamına gelmez.” diyerek, Mustafa Kemal Atatürk'ün Cumhuriyet değerlerini anımsatıyordu.

Fransız Le Monde gazetesine konuşan Gannuşi, Arap Baharı sonrası Tunus’ta siyasal İslam’a yer kalmadığını:

“Tunus şu an bir demokrasidir. 2014 Anayasası seküler ve dini aşırıcılığa limit koydu. Siyasal İslam’ı bırakıp, demokratik İslam’a geçiyoruz. Siyasal İslam’ı temsil ettiğimizi iddia etmeyi bırakıp, Müslüman demokratlar olduğumuzu söylüyoruz!” diyerek özenle vurguluyordu.

Pandemi sürecin içinde olsak da 21. Yüzyıl İçin Planlama grubunun "21. Yüzyıl için Planlama Yuotobe" üzerinden Prof Dr Bilsay Kuruç Hocamın;

YAYED, Yerel Yönetim Araştırma Yardım ve Eğitim Derneği'nin "YAYED youtobe" üzerinden Prof Dr Birgül Ayman Güler Hocam ile, her iki tarafında olmazsa olmazı Doç Dr Ozan Zengin Hocalarımın her haftaki programları ise Ankara'ya demir atmama neden oluyor.

Önceki dönem İzmir Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Ersu Hızır'lar ile haftanın en az dört günü "thank think" sohbetleri ise bir başka tat.

Hani Dadaloğlu'nun "Belimizde kılıcımız Kirmani/ Taşı deler mızrağımın temreni/ Hakkımızda devlet etmiş fermanı/ Ferman padişahın dağlar bizimdir" dediği gibi;

Bize de hem hükümet, hem de bazı yerel yönetimler ferman eylese de, henüz "opp kapıdan geçiyoruz, çay var mı" diyeceğimiz devlet kapıları henüz eksik değil.

O yüzden bir süre daha, "Erik Dalı" diye bilinen, hatta oynadığınız, "Huriyem" türküsünden uyarlı Ankaralı türküsü;

"Öyle diyon böyle diyon/ Derdin nedir söylemiyon/ Zambaramı Zumbaramı/ Sendemi oldun Ankaralı" gibiyim.

Biraz arabesk ama, ne yapalım, başka türlüsüne izin verilmedi.

Biz de biraz arabesk, biraz türkü gibi, biraz Angara, biraz da "bu yaz da güney" modunda idare edip, yaşayıp gidiyoruz işte.

Yayın Tarihi
05.02.2022
Bu makale 811 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!