Masumane memleket anıları...

Size geçmişte memleketim ile olan anılarımdan bahsetmek istiyorum. Hayatımıza dair anılar, hepimiz için özel anlamlar ifade etmekte. Kimilerimiz iyi, bazılarımız ise hep kötü anılar ile anmaktadır çocukluk ve gençlik yıllarını. İnsan hayatında etkili olan hayat şartları, yaşam koşulları ve asıl önemli olan çağın koşullarıdır. Hayatımıza dair anılarımız tekrar yaşanması mümkün olmayan bir zaman diliminde kalmış durumda. Kavram karmaşasının yaşanmadığı o dönemlere ait anılarımı merak ediyor musunuz? Tahmin ediyorum ki okuyan herkes bu yazıda yazılanlardan bir kısmını veya bazılarını zaman ve mekân gözetmeksizin kendi memleket anıları içerisinde tekrar anımsayacaktır.


Ege'nin sert ve serin esen poyrazın etkisi ile mutfak penceresinden gelen kızartma kokusunun tüm mahalleye yayıldığı sıcak bir yaz günü. Patlıcanın patlıcan, domatesin domates gibi olduğu yıllar. Ya biber? Evet, onu da unutmamak lazım, öylesine umursamaz, etrafa acı gülücükler atıyor. Sadece bunlar mı? Hayır, tüm sebze ve meyveler formlarının zirvesinde. Henüz bizlere şimdiki gibi yutturulmaya çalışılan, 'adam gibi adam' ve buna benzer birçok kandırmaca deyimler yoktu. Ne de olsa her şey 'saf' ve 'rafine' olduğundan ve Çinliler henüz derin uykularından uyanmadığından daha hiçbir şeyin çakma modeli üretilmemişti. Ankara Güniz sokaktaki evde ise Nazmiye hanımın favori yemeği olan zeytinyağlı biber dolması tenceresi haftada birkaç kez dolup dolup boşalıyordu. Masaya koyulacak zeytinyağlı tenceresine yer açmak için Süleyman bey'in ortalıkta atılı duran şapkası ise her seferinde tekrar itina ile dolaba kaldırılıyordu.

Memlekette yapılacak çok iş vardı, şapka sabah evden çıkıyor gece geç saatte dönüyor, bazen günlerce ülkeyi karış karış geziyordu. 


Yaz sıcağında kuruyan ot yığınları, tozlu yolların izi ile maskelenmiş olmalarına rağmen, keskin kokuları ''yıkılmadık ayaktayız' diye haykırıyorlardı. Henüz 'Lilililili' veya 'Vıyvıyvıyvıy' gibi sonunun ne zaman geleceği belli olmayan memleket havaları yoktu. Radyolardan yayılan Türk sanat müziği nağmeleri, dinleyen birçok kişinin kendisini adeta sazende ekibinde çalıyormuş gibi hissetmesine vesile olurdu. Radyo'nun iyi niyetle hazırlanmış tüm piyesleri, batı senfonileri ve klasik Türk müziği koroları. TRT'nin radyo reklamlarını seslendiren nice isimsiz kahramanlar. Yüzlerini bir kez dahi görmediğimiz halde, hayalimizde şekillendirerek âşık olduğumuz kadınlar, ses tonundan dolayı kıskandığımız erkek spikerler.  


1970'li yılların ikinci yarısında memlekette henüz doğru dürüst araba yok. 'Uzun ve fiyakalı vasıta' niteliğinde ve ağırlıklı Amerikan modeli araçlar, yollarda birbirlerine köz kırparak süzülüyor, o günlere ait tek milli gururumuz 'Anadol' ise kimseye çaktırmadan ara yollardan sıvışıp en kısa yoldan hedefine ulaşmaya çalışıyordu. İzmir Urla'da o dönemin gelecek vaat eden şoförlerinden olan Mustafa ağabey, nam-ı diğer 'Parlak Mustafa', tüm şoförlerin içinden hızla sıyrılıp kendi şöhretini her geçen gün daha fazla arttırmaktaydı. Çift kapı versiyonlu lacivert renkli 1955 model Chevrolet (şavrole) Belair aracını bir gün dahi kirli veya tozlu olduğunu hatırlamıyorum. Parlak Mustafa arabasına olduğu gibi kendi kılık ve kıyafetine de çok önem verirdi. Her daim jilet gibi ütülü duble paça pantolonu, mevsimine göre gömleği veya pantolonuna uyumlu ceketi, pırıl pırıl parlayan ayakkabıları ve güneş gözlükleri ile göz kamaştırıyordu. Zaten 'Parlak' lakabını da bu yüzden almıştı. Yollarda ise adeta resmigeçit yaparcasına Chevrolet'ler, impala'lar, Mercury'ler, Plymouth'lar, Oldsmobile'ler, Desoto'lar, Chevrolet Capprice Classic'ler ve daha nice modeller...


Parlak Mustafa'nın aracına binmek bir ayrıcalıktı ve çoğu zaman sadece onun aracına binmek için sıradaki insanlar sıradan çıkar, diğer araçlara binmezler ve sıra kendilerine geldiğinde onun aracına binerlerdi. Güncel konulara dahil hoş ve mizansen sohbeti, Urla - İskele arasında olan kısa yolculuğa ayrı bir keyif katıyordu. Direksiyonu her çevirdiğinde lastiklerden gelen ses ise, sohbete adeta fon müziği niteliğinde eşlik ediyordu. İlerleyen zaman içerisinde Parlak Mustafa'nın aracına 'Şahap ağabey' Chevrolet Capprice Classic Station model aracı ile rakip oldu ve bir çırpıda liderliği eline geçirdi. Aracın bugün birçok evden büyük olan hacmi tam bir salom manje konforundaydı. Özellikle station (aile tipi) olması bu unvanını haklı çıkarıyordu.

Şahap ağabey 1980'li yılların ortalarına kadar bu unvanını kimselere bırakmadı. Yolcular muhafazakâr ve yenilikçiler olarak ikiye ayrılıyor, Parlak Mustafa ve Şahap ağabey yolcuları ise kolaylıkla ayırt edilebiliyordu. 


'Balık gibi Balık' olan balığın muhteşem olduğu yıllardı. Serpme ve oltalar hiç bir zaman boş toplanmaz ve çekilmezdi. Balık adeta 'Ye beni' diyor, yendikçe, bunun karşılığı ödülünü artan lezzeti ile veriyordu. Bin bir çeşit ot vardı. Sadece inekler yesin diye değil tabii. Ege mutfağının vazgeçilmezleri arasında olan Turp otu, Radika, Pazı, Ebe gümeci, Kuzukulağı ve niceleri. Sucuğun, pastırmanın, sütün, peynirin, zeytinin, ekmeğin, aklınıza gelebilecek her şeyin... 


1970'li yılların İzmir'inde yaşamak, günümüzde halen rivayet edildiği gibi, büyük bir ayrıcalıktı. Körüklü şehir hatları otobüsleri (troleybüs) içinde seyahat etmenin bitmez çilesi dahi, o yıllara özgü, yaşanası bir güzellikti. Alsancak ve kordon boyu ise her dönem olduğu gibi yine tüm semtlerin arasında ilk sırada idi. Yazın sıcak geçen günlerin akşamüstleri esmeye başlayan meltem rüzgârı, Kordon boyundan salınıp Alsancağın ara sokaklarını yalayarak geçiyordu. Karataş'ta bulunan asansör semtinin dar sokağı, kapı önleri sulanmış, saksılardaki fesleğen çiçeklerinin kokusu eşliğinde çay keyfi yapan kadın ve oyun oynayan çocukların sesleri ile yankılanıyordu. İnsanlar hayatlarında belki 1 veya 2 kez görmeyi ümit ettikleri dönemin ses sanatçılarını yakinen görmek için her yıl yapılan Enternasyonal fuarına akın ediyorlardı. Parası olana konsere giriyor, olmayanlar ise çimlerin üstüne oturup söylenen şarkların nağmelerine buradan eşlik ederek çiğdem çitliyordu. O dönemlerde çimlerin arasında ve üstünde 'Kene' yoktu. Kene çok daha sonraları ortaya çıkacak ve farkında olmadığımız halde şekil değiştirmiş olarak hayatımızın her katmanına tesir edecekti. Kot (blucin) pantolon ve spor ayakkabısı giymek bir ayrıcalıktı. Bunun için doğru adres, her daim bulunmasa bile başta Alsancak kervan pasajı ve Çankaya bitpazarındaki bazı dükkânlardı. Yaklaşık 35 yıldır yeni aldığım kot pantolonlarımın paçalarını ayarlayan Terzi Sami usta ayrıca kaçak Amerikan malı kot pantolon ve ceket satıyordu. Levis, Wrangler ve Rifle sıralamasına göre tercih edilen bluejean markaları, kişinin sosyal hayatındaki konum ve statüsü doğrultusunda tercih edilirdi. Genelde Rifle giyenler aşınmasını önlemek amacı ile paça arkalarının yarı bölümüne tek fermuar diktirirdi. Kotçu Sami usta bugün halen aynı işine devam ediyor. Belki de bugüne kadar binlerce insanın hayatlarına dair tüm söküklerini dikti, yırtıklarını yamadı. Konuşması net, gözleri keskin, bilinci açık ve anıları dünkü gibi taptaze...        

Her akşam TRT FM'de saat 18.00'de yayınlanan 'Stüdyo FM', yapımcıları Yavuz Aydar ve Şebnem Savaşçı'nın sunumları ile Türk gençliğine dünya genelinin müzik akımları olan Rock ve Jazz müziğin sanatçılarını tanıtıyordu. Bu program yaklaşık 30 yıl devam etti ve haklı olarak bir şöhret oldu. TRT Televizyonunda ise her şey yasaklı olduğundan, yayın akışı adeta etnografya müzesi benzeri tarihi eser programları ile bezenmişti. Yeni çıkan Rock albümlerine ulaşma imkânı olmadığı için eskilerle idare etmek zorunda kalırdık. Tabii eskileri de bulabilene aşk olsun. Yılbaşı gecesi 5 dakika sahne alacak olan Nesrin Topkapı heyecanı Eylül ayı itibariyle herkesin içinde

Yayın Tarihi
05.03.2012
Bu makale 12883 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!