Masalara Ve Kasalara Hâkimiyet

                   31 Mart gerici ayaklanmasının çıktığı Taksim Kışlasını yeniden inşa etmek için Gezi Olaylarını yeniden başlatmayı göze alan Recep Tayyip Erdoğan’ın bu ısrarının altında ne yatıyor?

                   Artık devleti ele geçirdiğinden bir güç gösterisi mi yapmak istiyor?

                   Dış politikada duvara tosladıkları için bir dönüşün sinyallerini verirken kitlelerin dikkatini Taksim Kışlasına yöneltmeye mi çalışıyor?

                   Turizm’de yaprak kımıldamıyor. Bu durgunluğun üç yıldan önce düzeltilmesinin mümkün olmadığı söyleniyor.         Yakında ABD dolarının üç lirayı aşacağı, ekonomik krizin kapıda olduğu bir sırada bu konuların tartışılmasını önlemek için Taksim Kışlasını mı tartıştırmak istiyor?

                   Terörün bunca şehide rağmen halen sürmekte olduğunu gerçeğinin üzerine (bu tartışmayı açarak) bir örtü örtmeye mi çalışıyor?

                   Bilmiyoruz.

                   Ancak Recep Tayyip Erdoğan ve AKP’nin yönetici kadrolarının “Laiklik karşıtı” oldukları ve Anayasadan Laikliği çıkartmak istedikleri gerçeği ortada taş gibi duruyor.

                   Bu konuyu sade vatandaşa bir ibadet sorunuymuş gibi sunuyorlar.

                   Oysa esas sorun ibadet değil paradır.

                   Bir televizyon programında şeriatçı güçlerin sözcülerinden biri; “Laiklik, inananları masalardan ve kasalardan uzak tutuyor, ibadet vs. önemli değil. Bunu laiklik zaten yasaklayamaz. Buna kalkışırsa kıyamet kopar” demekte ve gerçek amacın “masaları ve kasaları” yani bürokrasi ve maliyesiyle devlet iktidarını ele geçirmek olduğunu açıkça ifade etmektedir.(*)

                   Bunu halka anlatmak için büyük ve uzun süreli kampanyalar düzenlemek zorundayız. Laikliği korumak ve savunmak için öncelikle ne olmadığını değil, ne olduğunu ortaya koymak gerekir.

                   Laikliğin Cumhuriyet Devrimindeki anlamı tek başına “din ile devlet ayrılığı” olarak sınırlandırılamaz. Cumhuriyet Devrimi; dini, yalnız siyaset dışına değil, toplumsal hayata yön veren ideolojik ve kültürel alanın da dışına çıkarmaya, dini inanan bireylerin vicdanına bırakmayı, ideolojik alanı dinin baskı ve etkisinden kurtarmayı amaçlamış ve bu konuda köklü uygulamalar gerçekleştirmiştir.(**)

                   Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de laiklik: siyasal, toplumsal, hukuksal, ekonomik, düşünsel ve bilimsel kurumların, ilişkilerin ve etkinliklerin dinsel ideolojiden arındırılmasıdır.

                   Nitekim Cumhuriyet Halk Fırkası Büyük Kongresi’nin 22 Ekim 1927 günlü toplantısında kabul edilen Nizamnamenin 3. Maddesi şöyledir:

                   “Fırka, inançları ve vicdanları siyasetten ve siyasetin çeşitli bozulmalarından kurtararak, milletin siyasi, toplumsal, iktisadi bütün kanun teşkilat ve inançlarını müspet ve tecrübeyi bilim ve fenlerin çağdaş medeniyete bağışladığı ve sağladığı esas ve şekillere uygun olarak gerçekleştirmeyi, yani devlet ve millet işlerdinde din ile dünyayı tamamen birbirinden ayırmayı en önemli esaslardan sayar.”

                   Cumhuriyet Halk Fırkası Büyük Kongresinin 13-14 Mayıs 1931 günlü toplantısında kabul ettiği Program ise laikliği şöyle tanımlamaktadır:

                   “Fırka, devlet idaresinde bütün kanunların, nizamların ve usullerin, bilim ve fenlerin çağdaş medeniyete sağladığı esas ve şekillere ve dünya ihtiyaçlarına göre yapılmasını ve uygulanmasını prensip kabul etmiştir.

                   Din anlayışı vicdani olduğundan, fırka din fikirlerini devlet ve dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutmayı, milletimizin çağdaş ilerlemesinde başlıca başarı etkeni görür.”(***)

                   CHP laikliği, mahcup bir eda ile “yanlış anlaşılabilirim” korkusundan uzak şekilde “kuruluş ayarlarına” dönerek yiğitçe savunmalıdır. CHP kendisi olmalıdır. CHP herkesin sandığından daha büyüktür, daha güçlüdür. CHP Mehmet Bekaroğlu kafasıyla yönetilemez. CHP Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Turan Dursun, Bahriye Üçok, Ali Günday ve Sivas Katliamının laiklik karşıtı katillerinin gerçek amaçlarının masalara ve kasalara hâkim olmak olduğunu anlatmak zorundadır.

                    TBMM Başkanının, TBMM logosundan “Hâkimiyet kayıtsız şartsız Milletindir” sözlerini çıkarması tesadüf değildir. Bunun nedeni bir gün milletin dönüp “benim paralarımı nerelere harcadın” diye hesap sorması olasılığını ortadan kaldırmaktır. Çünkü hâkimiyet millete değil de Allah’a ait olursa bu kadar hırsızlığın, sahteciliğin ve yolsuzluğun hesabının sorulacağı tek yer öteki dünyada Mahkeme-i Kübra’dır…

(*)Çağdaş Hukuk- Özel Sayı 1996 Sayfa:14

(**)AGE S:6

(***)AGE S:7

Yayın Tarihi
25.06.2016
Bu makale 1003 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!