ANKARA'DAN

Makyevelli'den Sabahattin Ali'ye

Son zamanlarda Gülseren Buğdaycıoğlunun bir yapıtından dolayı ortalıkta çok yaygın kullanılan bir söz var, "Doğduğun ev, kaderindir" diye. Kader ya da değil ama, doğduğun evde aldığın eğitim, terbiye, gelenek, görenek gibi şeyler, insanın yaşamını etkiliyor ve en sonunda da belirliyor. Siz oluyorsunuz.

--Bu, doğduğun "ev" için geçerli olduğu gibi, doğduğun "Ülke" için de geçerli, doğduğun zaman için de geçerli.

--Çocukluğum, lise, Üniversite yaşamım ve sonrası "çirkin ördek" olarak bürokrasi yaşamımı sorguladığım zaman, hep bir soru ile karşı karşıya kalıyorum.

--Kendisine "Osman abi" diye takılırım, dostum Osman Manis, Ersu Hızır, Haşim Barış gibi birçok dost ve arkadaşım ile yüzü yüze ya da telefon sohbetlerinde, ya ben neden solcu olmuşum ki derim.

--Hep bedel ödeyip, nemaları hiç hakkı olmayanlara toplatmak akıl işli değil de. Konu biz olunca, işin aslı öyle olmuyor işte.

--Nasıl Gülseren Buğdaycıoğlu, "doğduğun ev, kaderindir" ile senin dışında ki bir çizgiyi çiziyor ise, Sabahattin Ali de, "Ali Baba dergisinin 25.11.1947 günlü sayısında yayınlanan aşağıda ki sözleri ile kişiliğimi, karakter çizgimi ve yaşadıklarımı tanımlıyordu.

--"Namuslu olmak ne zor şeymiş meğer! … Meğer ne büyük günah işlemişiz! Kanunla, kanunsuz baskılar altında ezile ezile pestile döndük.

--Bugünün itibarlı kişileri gibi, kese doldurmadık, makam peşinde koşmadık. İç ve dış bankalara para yatırmadık, han, apartman sahibi olmak, sağdan soldan vurmak ve milleti kasıp kavurmak emellerine kapılmadık. Bütün kavgamızda kendimiz için hiçbir şey istemedik. Yalnız ve yalnız, bu yurdun bütün yükünü omuzlarında taşıyan milyonlarca insanın derdine derman olacak yolları araştırmak istedik.

--Bu ne affedilmez suçmuş meğer! Neredeyse, yoldan geçerken mide uşakları arkamızdan bağıracaklar: ‘Görüyor musunuz şu haini! İlle de namuslu kalmak istiyor ve ahengimizi bozuyor.

--Çalmadan, çırpmadan, bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi?

--Namuslu olmak ne zor şeymiş meğer!” diyerek.

--Hoş yine bu sözlerin yanıtını kendisi veriyordu;

"Bir insanın vicdanı varsa eğer, solcu olmaktan başka seçeneği yoktur; Çünkü vicdan, insanın içindeki tanrıdır” diyerek.

--Özellikle son yıllar ister Anakara, ister Antalya isterse de ülkenin neresi olur ise olsun, yaşananlar benim için olduğu gibi benim gibi olanlar için de pek farklı değildi.

--Herkesin her şeyi bilmesinde sorun yok da, bilmesi gerekenlerin, bilmesi gerekenleri doğru dürüst bilmemeleri sorundu. Çünkü, bilinmesi gerekenler doğru dürüst bilinmeyince, her şey "arap saçına" dönüyor, sonra da işin içinden çıkabilirsen çık.

--Hoş, sanırım işin içindekiler, ister iktidar, ister muhalefet olanlar için fark etmiyor; çünkü hepsinin ortak noktası bir iktidarı elinde bulundurmaları ve işin içinden çıkılsın istemiyor, olmalarıydı.

--Siyasi birliktelikler, "İDEOLOJİ" üzerinden olur. Siyasi partiler de, çok geniş toplumsal katmanları kapsasa da, geniş bir ideolojik yaklaşımı olmak durumundadır. Yoksa, yöneticiler, seçmenlerine başkalarının değirmenine su taşıtmak için, hamallık yaptırır dururlar.

--Osmanlı Devleti’nin yıkılmasına giden süreci gören Aydınlar, kendi düşünce ve inanç yapılarına göre bir çıkış yolu aramışlardır.

--Kim ne derse desin, her ne kadar bilimsel olmasa da, hepsinin bir felsefesi ve bir ideolojik altyapısı vardı ve o yolda ilerlediler.

--Sonunda da, Mustafa Kemal (Atatürk) ve arkadaşları ulusal bağımsızlıktan, hakçı, halkçı, devletçi ve laik bir yapıdan yanaydı ve kurtarıp kurdukları Devlet'te böyle oldu. Çoğu kişi bir şeyler dese de, sonuçta bu da bir ideoloji idi.

--Bu güne gelince, herkes "ideoloji"yi tu kaka dese de, bazıları ideolojik davranıyor, bazıları da, rüzgarın yönüne göre savruluyor.

--Ve kendisinin çıkarı için her yolu mubah görüyorlar ve geri kalanın emekleri ise görmezlikten gelerek yok sayıyorlar.

--Modern siyasi düşüncenin kurucusu olarak kabul edilen Floransalı düşünür Niccolò Machiavelli’nin (Makyavelli/1469-1527), “Prens” adlı kitabında “amaca giden her yol mübahtır“, “amaç, kendine giden yolları meşrulaştırır” ya da “başarıya giden her yol mübahtır” anlamında tümceler kullanmıştır.

--Bunu bazıları ret, bazıları kabul etse de; bu söz, söylenmiş ve yazılmıştır, ama amacı 1500'lerde henüz var olmayan bir İTALYAN MİLLET'nin yaratılması için, şehir devletleri prenslerine yazmıştır. Burada kişisel değil, ulusal bir amaçtan söz edilmektedir.

--PRENS'in Can Yayınları çevirmeni Kemal Atakay 14. baskısının giriş bölümünde Machiavelli’nin "amaca giden yolda her aracın mubah olduğunu / kullanılabileceği" tümcesini şöyle aktarmaktadır:

--"Prens’te “erdem” (virtu), ahlak ya da dindeki anlamının ötesinde bir anlam taşır: Erdem, bir amaca ulaşmak için uygun araçları kullanma yetisidir; kişi bunu yaparken, elverişli “fırsat”tan (occasione) yararlanabilmeli ve “talih”in (fortuna) olumsuz etkilerinin üstesinden gelebilmelidir.

--Devletin yararına olacaksa prens acımasızlığa ve dürüst olmayan yollara başvurabilir. Ama erdem gibi, erdemsiz davranışlar da, kendi içinde bir amaç değil, amaca götüren birer araçtır. Prensin her eylemi, taşıdığı ahlaki değer açısından değil, devlet üzerindeki etkisi ışığında değerlendirilmelidir. Machiavelli, erdemi en üst “iyilik”le bağlantılı gören klasik kuramcıların aksine, daha basit bir tanım getirir: Erdem başkalarının övgüsünü kazanan şeydir.”

--Sabahattin Ali ile, Machiavelliyi benim gibi bir kıt akıllıdan başkası yan yan getirmezdi. Ama amacım şuydu.

--İşte her ikisinin de anlatmaya çalıştığı ya da anlattığı kişiler biz, SOLCU, DEMOKRAT, YURTSEVER kişilerdik.

--Bizler için önce hak ve halk vardı. Bizim için önce devlet ve millet vardı ama, hakkın ve halkın yararına olan, uluslararası emperyalizmin uşağı olmadan ve kişisel bir çıkar beklemeden.

--Evet, doğduğumuz ülkemiz bizim kaderimizdi, eyvallah.

--Evet, bu topraklarda doğup, büyüyüp, bu toprakların terbiyesini alıp, ahlakı ile büyüyüp, oluşan vicdanın başka türlüsü de olmazdı.

--Bizim "solcu olmak"tan, vicdanlı olmaktan ve ülkesini seven yurtsever olmaktan başka seçeneğimiz yoktu. Çünkü vicdan, "insanın içindeki tanrı"ydı. Buna böyle inanıyorduk. Hâlâ da!..

--Bize ninelerimiz iyi insan olmak için öğüt verirken, "eğri, düz yolda yolunu şaşırır, doğru kağnısını zor da olsa dağdan aşırır" derlerdi.

--Bazen, "eh be ninem böyle etmeyecektin" dediğim olmuyor mu?

--Iıııı, oluyor ama, bizlerden de başka türlü olmuyor ki!..

 

Yayın Tarihi
12.02.2021
Bu makale 1116 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!