Kul Hakkı

Hak din olarak bilinen İslam’da tövbe edildiğinde kabul edilmeyen suç ve günah yoktur esası yer alır. Ancak yaratanın ve peygamberlere indirilen kutsal kitaplarda affedilmeyen tek günahın ve suçun kul hakkı olduğunu biliyoruz.

Bu kesin hükmü yaşadığı çağın ve ardından gelen çağların bilgelerinden Mevlana:

“Gel ne olursan gel, bin kez tövbe etmiş olsan da gel.”Çağrısını yaparken, bu çağrının içindeki kul hakkı yeme günahını evrensel bakış açısında yeri yoktur. Çünkü en büyük suç insanın insana işlediği, emeğini, hakkını, özgür iradesini gasp ettiği kul hakkıdır.

Bakınız Bakara Suresi 188. Ayet’in buyruğu şöyledir:

AYET: BAKARA SURESİ – 188. AYET

????? ??????????? ???????????? ????????? ???????????? ??????????? ????? ????? ??????????? ????????????? ???????? ????? ????????? ???????? ?????????? ????????? ???????????:

      Açıklaması aynen şöyledir:

“Aranızda birbirinizin mallarını haksız yere yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını bile bile günaha girerek yemek için, onları hâkimlere (rüşvet olarak) vermeyin.”   (BAKARA SURESİ – 188. AYET)

Emek ve sermaye ilişkilerinde günümüz yönetim sistemlerinde (Kapitalizm’de) alın teri sömürüsünün boyutlarını biliyoruz.

Bugün farklı bir kul hakkından söz etmek istiyorum. İnsan iradesinin çalındığı, özgür iradesinin hile ile gaspından bahsetmek istiyorum.

Kula düşünme yetisi sunan din buyrukları ne yazık ki günümüzde özellikle din adına yola çıkanlar tarafından yerle yeksan edilmekte; siyasi hedefler, bireysel çıkarların dayanılmaz hırslarının silindiri altında ezilmektedir.

Adalet terazilerinin başında olanlar; makam ve koltuk sevdasıyla bireyin ve toplumsal hayatın eşitlik ilkesini var olan egemen iktidarların buyruğuyla suiistimal etmekte, gücün emrinde kullanma gafleti içine düşmektedirler.

Yukarıdaki ayette buyrulan sadece maddi değerler değildir. Manevi duygular, özgür aklın kullanılmasına tuzak kuranlara, aldatanlara, hile ve düzenbazlıklarla, kumpaslarla hayat haklarına müdahale edenlere karşı da kesin emirdir.

Tüm bunlar yapılırken aba altından sopa göstermek, baskı araçlarını devreye koyarak korkutmak ve sindirmek yöntemleri ile toplumsal hayatı dizginlemek en geçerli yol ve yöntem olarak seçilmektedir.

16 Nisan’da ülkemizin yüzde seksenin sandık başına gidip özgür iradesini kullanması katılım açısından sevindirici, demokrasimiz tarihine geçecek güzel bir olgu olarak şekillenmişti. Ta ki sandıklar açılıp oylar sayılıncaya kadar bu sevinç kitleri mutlandırmış, umutlandırılmıştı. Ne var ki YSK (Yüksek Seçim Kurulu)tarafından seçim kanununun kurallarından biri yanlış yorumlanarak ve uygulamaya konularak milyonlarca insanın vicdanında güven tartışılır hale getirilmiştir.

Bu bir yanlış olabilir. Yanlışı yapanlara bilinçli insanlar müdahale ederek yanlışları gösterilebilir. Ancak yanlışı geçerli saymak ve ortadan kaldırmak yerine adaletin hakkaniyet terazisini yanlı tutmaya devam etmek; hem yanlışa karşı yanlışla yaklaşmak demek, hem de özgür iradelerinin göz göre göre yok edilmesini gören insanlara karşı suç ve günah işlemek demektir.

Bu yanlış kararları geçer yol olarak görenler ve göremezden gelenler de ortaya çıkan suç ve günahın vebali altındadırlar.

Oysa iktidarı ellerinde tutan ve güçlerine güç katmaya çalışanlar bu büyük yanlış karşısında YSK’nın kararına tıpkı haksızlığa uğrayanlar gibi tavır koysalardı ve halk oylamasının iptalini sağlasalardı inanıyorum ki yeniden yapılacak bir halk oylamasından hem artılar kazanacak hem de toplumda güven ve saygınlık kazanacaklardı.

Ne yazık ki aklın yolu bir kenara bırakıldı, kıytırık artılarla zafer kazandım sarhoşluğuna kapılanarak kul hakkı ayaklar altına alındı.

Devletleri hakkıyla, akıl ve adaletle yönetenler tarihin sayfalarını çevirdiklerinde güvensiz iktidarların ömrünün hiç de uzun olmadıklarını göreceklerdir. Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Bey’in bilge hocası Şeyh Edibali’nin tam da şu günlerde:

“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” Sözünü de hatırlamak gerek.

Unutulmasın ki içinde ukde, istismar, Ali Cengiz oyunlarının olduğu hiçbir zaferin galibi yaratan önünde makbul, kul karşısında adil değildir. Ve ne şükür namazları, ne hamdüsenalar hür iradesi çalınmış insanların ahu zarı karşısında rabbin indinde kabul görülmez. İbadetleri menziline varmaz.

Hala hatadan ve yanlıştan dönmek için geç kalınmamıştır. Yol yakınken YSK yanlı kararını verenler görevlerini kötüye kullandıkları için yargılanabilir ve cesurca verilecek yeniden bir halk oylaması kararı tüm bu sıkıntıları sona erdirebilir.

Bu ülkeyi yönetenler gerçekten iman sahibi iseler bu dünyadan başka bir dünyanın varlığını hatırlamalılar, ilahi adaletin kendi adaletlerinden üstün olduğunu düşünmelidirler.

Yayın Tarihi
20.04.2017
Bu makale 904 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!