doğduğumda tutkunun adı olsun diye
adımı gül koydular,
ondandır benim yalnızlığım.
Kırmızı yalnızdır. Yakın arkadaşlıklar kuramaz. En yakın dostu sarıdır.
İstanbul’daysanız, Taksim’den Karaköy’e doğru gidiyorsanız ve okulların dağılma saatindeyseniz bir delilik edip “sarı…” diye bağırsanız, yolun sol geçesinden “kırmızı…” diye sesinize ses veren birileri mutlaka olacaktır bu dostluğu onaylayan.
Birde siyahla iyi anlaşır, sarılsalar birbirlerine kahverengi olur, mavi ile kucaklaşsalar bordo. Güçlülüğü, keskinliği, kızgınlığı sakinleşir beyazda eridiğinde. Gülümseyen bir bebek bakışında Türkiye oluverir.
Dominant bir karakterdir kırmızı.
Aynen ne yöne gidileceğine karar veren yol gibi.
Aynen, kime gideceğini bilen yolcu gibi.
Gülün adıdır, aşkın adıdır, 18 inde bir delikanlının en sıcak rüyasıdır.
Saflığı, bakirliği temsil eder kuşak olup bele bağlandığında.
Lohusaya derman olur kırkı çıkana kadar başına al olup bağlandığında.
Özlenen varsa rengi kırmızıdır.
Özleyen yokuşa doğru taşırken kırmızıyı ağırdır yokuş.
Özlediğine kavuşmanın rengi de kırmızıdır.
Ders eziyetinden kurtulmuş öğrenci sevinci gibi dinlendirir kavuşanı iniş aşağı.
Siyahta saklanır her şey ama kırmızı (s)aklayandır.
Tango gecesinde akıllarda kalan bir ritim, bir İspanyol dansında kadının rüzgarı oluverir. Sevgililer gününde umudu taşır içinde.
Her yılbaşı giyilen iç çamaşırlarında dilek olur.
Ardahan’ın kaleminden dökülen bir şiirdir, aynen; aslında kırmızı değildi benim özemim, ama taç yapraklarıma bolca özlem koydular diye başlayıp…
her özlem; taç yapraklarımda ırmak oldu,
yanağıma süzülen kelimelerde...
ovalarda durulan bir ad oluverdim.
tuna desem değil,
nil desem hiç değil..
doğduğumda tutkunun adı olsun diye
adımı gül koydular,
ondandır benim yalnızlığım.
bense, bir çocuğun yüreğiydim
bir çocuğun gülümsemesiydim
bir sokak arasında oynanan bilye oyununda kayboldum.
…..
Diye devam eden. Kırmızıyı bulan belki de sokak arasında kaybolan bilyeyi de, çocukluğunu da gülün kıp kırmızında bulmuş olacaktır.
Kırmızı olsunda üç fazla olsun deriz. Ferrari’nin kırmızısını gördüğüm halde hiç bilmezken, onun dışında bildiğim, yaşadığım çok kırmızı var. Yaşadıklarımın içinde doyamadığım kırmızılar, doyduğum kırmızılar, unutamadığım kırmızılar, unuttuğum kırmızılar var.
Bir gülün, gelinciğin, Şirince Şarabının, Semanın rugan ayakkabısının, Ruhanın belindeki kemerin, Nesrinin hanımın el çantasının, Müjganın ellerinin, çileğin, kirazın, Neşenin dudaklarının, gecenin en mahrem anındaki ve daha sayamayacağım kadar çok kırmızıya doyamamışken Çallı kavşağındaki trafik ışıklarının sürekli kırmızısına, arabamın yakıt deposunun sürekli kırmızısına, sürekli kendimi frenlemekten yanan stop lambamın kırmızısına yeterince doydum.
Gençlik yıllarımda kırmızı noktalı seyrettiğim filmlerin kırmızılarını şimdilerde unutmuşken, yollarda, yolculuklarda, kadınlarla, dostlarla yaşadığım kırmızıların hiç birini unutmadım. Oğlumun annesini istemeye giderken elimde taşıdığım kırmızı ile onu unutmak için içtiğim şarabın kırmızısı en unutulmayanlarıydı.
Dedim ya herkesin bir kırmızısı var aşk içinde bir de kimsesizliği gibi kırmızısızlığı.
Sıra sende.
Hadi şimdi sen anlat senin kırmızını.
Belki de kıpkırmızını.