“Erdem, uzaklarda, ta uzaklardadır; ona götüren yol uzundur, diktir, çetindir; kan ter içinde kalmadan çıkılmaz o yokuş”. Hesiodos
Bir önceki yazımda bireyi gönüllü olmaya iten içsel ve dışsal faktörleri detaylandırarak söz etmiştim. “Gönüllü Olmak” dünyada birçok ülkede bireylerin hem sosyal yaşamlarında hem de manevi yaşamlarında katma değer yaratan dünyaya açılan bir penceredir. Özellikle Sivil Toplum Kuruluşlarında (STK) gönüllü rol alanların ekonomiye sağladığı katkı oldukça yüksektir.
Cevaplanması gereken ilk soru bireylerin neden gönüllü oldukları idi. Onu ilkyazımda ele almıştım, şimdi cevaplanması gereken ikinci soru bireylerin neden gönüllü olmadığı ya da gönüllü olmaktan vazgeçtiğidir. Bunun birçok sebebi olabilir. Kişilerin niçin gönüllü olmadığını bilmek, onların niçin gönüllü olmak istediğini bilmekten daha önemlidir. Bu nedenlerden en çok karşılaşılan gerekçeler şu şekilde sıralanabilir;
· Kişi, sorumluluk almak ya da kendini bir yere bağımlı hissetmek istememektedir,
· Kimse ona gönüllü olup olmayacağını sormamıştır,
· Yapabileceği bir şeylerin olduğuna inanmamaktadır,
· Daha önce kötü deneyimleri olmuştur,
· Beklentileri karşılanamamıştır, yaptığı iş küçümsenmiştir ya da tatsız bir şekilde ayrılmıştır,
· Hâlihazırda çokça sorumluluk altındadır,
· Yapılan faaliyetlerin sıkıcı bir iş olduğunu düşünür,
· Özgüven eksikliğinden dolayı böyle bir işe kalkışmaz,
· Hâlihazırda çalıştığı işine engel teşkil edeceğini düşünür,
· Kişinin bir “gönüllü olma” anlayışı yoktur veya böyle bir alışkanlık/gelenek çevresinde/ailesinde yoktur,
· Ek masraf yapacağından çekinir ve bu masrafları gözünde büyütür.
· Kişilerin bir kurumda gönüllü olarak çalışırken yaşadığı bazı durumlar vardır ki bunlar pratikte genellikle dile getirilmez. Bunlar, bazen kişinin o kurumdan uzaklaşmasına bazen de tüm gönüllü işlerden kopmasına zemin hazırlar. Bu durumların tespit edilmesi ve çözüme kavuşturulması hem kişilerin kurumdan kopmamasını sağlar, hem de belki çözümü çok basit olan bir problemin gözden kaçırılarak tekrar etmesini önleyici olabilir.
· Kişinin beklentileri ile kurumun beklentileri özdeşleştirilememiştir ve böylelikle kişi beklentilerinin karşılanmadığı hissine kapılarak düş kırıklığına uğramıştır.
· Birey becerisine uygun işlerde görevlendirilmemiş, bu konuda herhangi bir destek de görmemiş ya da kendisinden yapabileceğinden daha fazla iş istenmiştir. Bu durumda kişiler bazen görevinin gerektirdiği yetenekleri kendisinde göremeyince içlerinde bir eziklik duyabilmektedirler hatta gönüllü olmaktan vaz geçebilmektedirler.
· Kişilerin kurumda yüklendiği sorumluluk seviyesi, kendisinin istediği seviyede olmamıştır; ya daha az ya da daha çok olmuştur. Söz gelimi, etrafını kontrol etmekten hoşlanan ve kendini böyle güvende hisseden kişi kontrol etme ihtiyacını giderememiş ve hatta kontrol altına alındığı hissine kapılmış olabilir.
· Ayrıca yönetim yapısının hantal oluşu ya da böyle bir yapının hiç gözükmeyişi kişiyi rahatsız etmiş olabilir.
· Bunların yanında diğer gönüllü ve profesyonel çalışanlarla olan ilişkilerinde yaşadığı aksamalar kişinin kurumun gönüllüsü olmaktan vazgeçmesine, daha da öte tüm gönüllü faaliyetlerden uzaklaşmasına sebep olabilmektedir.
Tüm bu gerekçeler bir şekilde yok edilip, birey “Gönüllü” olmaya çağrılmalı ve/veya yeniden birey kazanılmalıdır.
Etrafımız karanlığa kızanlarla dolu. Günümüzde herkes karanlıktan şikâyet etmekte fakat kimse karanlığa bir mum yakmayı istememekte.
Gönüllü olmak; AKUT’çu olmaktı, Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfında bir çocuğa internete girebilmeyi, voleybol topuna vurabilmeyi, kendine yolculuğu öğretmekti, Çocuk Esirgemede bir çocuğun “yüreğine dokuna bilmekti”.
Gönüllü olmak çiçek açmak, meyve vermekti.
Herkesi gönüllü olup, “bir yüreğe dokunmaya” davet ediyorum