İzmir’in dikişleri…

Ülke Turizminin başladığı Ege bölgesinin metropolü olarak 1980’li yıllarda oldukça önemli bir stratejik görev üstlenen İzmir, bugün turizm gelirlerinde Aydın ilinin dahi çok gerisine düşmüş durumda. Kendisine belirli kesimler tarafından yakıştırılan ‘’Gâvur’’ kimliği ile anılan İzmir’in turizmde ciddi bir atağa geçmesinin artık vakti gelmiştir.

 

Ege yöresinin liman kenti olan ve ekonomik ile ticari potansiyeli sayesinde yüzyıllardır doğu ile batı arasında bir köprü görevi üstlenmiş İzmir nam-ı diğer Smyrna turizm gelirleri ile düşündürmeye ve kafaları karıştırmaya devam etmektedir.

Yıllardır İzmir’i bir geçiş noktası gibi gören zihniyet, kentin pas geçilmeye başlandığı son 30 senedir bu yana kendi kabuğundan sıyrılamamış ve kimliğini yenileyememiştir. Tevellüt eski olmakla birlikte içindeki kırıntıları şekillendirecek ve patlamaya sevk edecek hamleler maalesef yapılamıştır.

1980’li yıllardan bu yana gelip geçen hükümetler ise genelde muhalif parti kanadı tarafından temsil edilen İzmir yerel yönetimini maziden gelen ‘’Gâvur’’ kimliği ile bütünleştirerek yardım elini uzatmaya yanaşmamıştır.

 

Bugün İzmir turizmine bakıldığında, doğusunda Çeşme, Alaçatı, Karaburun, Mordoğan, güney doğusunda Seferihisar, Gümüldür, Özdere, Ödemiş, Selçuk, kuzey doğusunda ise Foça, Çandarlı gibi turizmde ön plana çıkamamış bazı ilçelerden ibaret olduğu gözlenmektedir. Güney sahillerine göre daha kısa süren yaz mevsimi, deniz suyunun ısısı, hava şartları gibi etkenler bu turistik ilçelerin yıl içerisindeki ekonomik süreçlerini oldukça kısıtlamaktadır. Ancak konumuz İzmir’in kan kaybından artık ölme noktasına gelen turistik yörelerini incelemekten ziyade asıl İzmir’in kent turizmini mercek altına almaktır.

 

Dünden bugüne İzmir şehir planlama kaderi.

Gerek coğrafi yapısı, gerekse 19.yy.da Avrupa-Akdeniz ticaretindeki önemli konumu

Nedeni ile Anadolu’nun batısındaki en gelişmiş yerleşme olmasına karsın, İzmir ve

Yakın çevresinin Cumhuriyet dönemine kadar kapsamlı bir planlama çalışmasına

Konu olduğu söylenemez. 1925 yılına gelindiğinde, İzmir’in ilk planlarının Fransız

Rene ve Raymond Danger kardeşler tarafından hazırlandığı görülmektedir. Yine bir

Yabancı olan Fransız plancı Prost’un katkılarıyla yapılmış olan plan ise benzer

Biçimde yangın alanları ve yakın çevresiyle sınırlı kalmıştır. Her iki planın da genel

Seması, geometrik düzen, geniş caddeler ve düzenlemenin merkezini toplayan büyük

Park alanıdır.

 

Belediyenin mali olanaksızlıkları ve ülkenin kısıtlı koşulları nedeniyle 1930’lu yıların

Ortalarına kadar bu plana bağlı olarak sınırlı bir bölgede gelimse sağlanmıştır.

Plandaki park alanı ise, Behçet Uz’un döneminde daha da büyütülerek Kültürpark’a

Dönüştürülmüştür. Belediyenin talepleriyle sürekli değiştirilen Danger planları yetersiz

Ve islemez hale gelmiş olduğundan yeni planlama arayışları başlamış ve bu amaçla

Fransız Mimar Le Corbusier İzmir’in planlama çalışması için Bakanlık tarafından

1939 yılında görevlendirilmiştir. İkinci dünya savası sürecinde, 1931-1945 yılları

Arasında İzmir’de imar ve inşaat faaliyetleri önemli ölçüde durmuştur. Le Corbusier

1948 yılında İzmir için bir plan eskizi (taslağı) hazırlamışsa da bu eskiz hiçbir zaman

Uygulama aşamasına getirilememiştir.

 

1950 yılında kent nüfusu 230 bin iken, 2000 yılında 400.000 ulaşacağı hesabı ile

Uluslararası İzmir Şehir imar Planı yarışması düzenlenmiştir. Prof. Mimar Kemal

Ahmet Aru, mimar Emin Canbolat, mimar Gündüz Özdes’ten oluşan ekibin kazandığı

Yarımsa sonunda hazırlanan imar planları 1955 yılında onanmıştır.

 

Henüz bütünleşmiş bir plana sahip olan İzmir, 1950’lerin sonlarında hızlanan göç, göçe dayalı nüfus artısı ve gecekondulaşma karsısında yeniden planlama arayışına ve kapsamlı yenilenme çalışmalarına ihtiyaç duymaya başlamıştır. 2000 yılı için öngörülen 400.000 kişilik nüfus, 1960’lı yılların ilk yarısında asılmıştır. Tam da bu dönemde, 1960’lı yılların Planlı Kalkınma Politikaları sonucunda Devlet Planlama Teşkilatı kurulmuş, ülke genelinde gelişmeyi ve ana yatırım kararlarını mekâna yansıtacak planlama eylemi için İmar ve Planlama Genel Müdürlüğü ve Metropoliten Alan Nazım İmar Planı Büroları kurulmuştur. İzmir Metropoliten alan nazım imar Planı Bürosu da bu Genel Müdürlüğe bağlı olarak 1965 yılında kurulmuştur. Ayrıntılı araştırmalarla yapılan çalışmalar sonunda bu büronun hazırladığı 1/25000 ölçekli İzmir Metropoliten Alan Nazım İmar Planı ve raporu 1973 yılında İmar ve İskân Bakanlığınca onanmıştır.

 

O dönemde 2000 yılı için öngörülen 400.000 kişilik nüfus potansiyeli ve buna göre yapılan düzenlemelerin bugün bakıldığından ne derece büyük bir hata olduğunu anlayabiliyoruz. 

 

Bir ilçe belediye başkanı Tartan verdiği bir beyanatta şöyle demiştir.

’Kentin yaşadığı sorunlar için daha etkin ve hızlı çözüm bulma mekanizmasını geliştirmeliyiz. Kamunun menfaatini gözetlemek, bu konularda kamu adına bilgi ve fikir üretmeliyiz. Konak’ın değerlerine yeni değerler katarak, bölgemizi geleceğe taşımak, gelecek nesillere daha iyi bir İzmir bırakmak için, burada yaşayan tüm bireylere önemli görevler düşmektedir. Toplumun ve kentin sorunlarına duyarsız kalmak çağdaş bir davranış değildir. Katılımcı demokrasinin gereği de bu değildir. İzmir’in geleceğe taşınması,  Avrupa kenti olması ve kentin değerlerinin korunması için kentlilik bilincinin geliştirilmesi ve dünyadaki gelişmelere göre kentin yenilenmesi gerekmektedir. Bu bağlamda, Kent Konseyine sivil toplum örgütleri, meslek kuruluşları ve halkımızın gönüllü katılım sayısını arttırarak kentin çağdaş ve modern bir görünüme kavuşmasını sağlamalıyız. Gönüllü olarak katılmaları, özverili çalışmaları ile kentimiz için önemli fikirlerin ve projelerin ortaya çıkacağını umuyor ve buna yürekten inanıyorum. Ben istiyorum ki birileri karar alıp birileri uygulamasınlar.

Kente ışık tutacak kararları hep birlikte almalıyız. Kentin sakini değil, kentin sahibi olmalıyız. Konuşan İzmir’i el ele yaratacağımız sinerji ile yaratmalıyız.’’

 

Çok doğru ifade olmakla birlikte değiştim modelini başlatacak olan iradeyi sadece bu kentte yaşayan insanlara bırakmak doğru olmaz.

 

İki elimizi kafamızın arasına sokup öncelikle şu soruyu sormalıyız. İzmir yine eskiden olduğu gibi yeterli turizm potansiyeli olmayan ilçelerine taşeronluk mu yapması yoksa kendi markasını yaratarak bölgeye gelen yerli ve yabancı turistler için bir cazibe merkezi haline mi getirilmesi uygun olur. Bu sorunun cevaplarının bazı alt detaylarda saklı olduğu bir gerçek. Bugün artık İzmir kısaca artık tüm dikişlerinden yırtılmaya başlamıştır. Bu söküğü tamir etmek ve bedene göre yeniden dizayn edip dikmek yerel yönetimin hazırlayıp sunacağı planların devlet tarafından yerine getirilmesi iradesine bağlıdır.

 

Bizim bu kadar bekleyecek zamanımız yok, öyleyse kendi kendimize bir plan yapalım.

Buna göre;

1-Öncelikle yıllardır yılan hikâyesine dönen Hatay bölgesindeki yeraltı treni (metro) çalışmasının bir an önce bitirilmesi.

2-Kadife kale bölgesinin mesken yerleşiminden kaldırılması, istimlâk edilerek kadife kale içi ve bu güzergâha giden bölgenin aslına uygun olarak restore edilmesi.

3-Çankaya /Basmane yarım adasında oteller dışında bulunan tüm taşınmaz mülklerin Beyoğlu örneği gibi restoran, sanat ve eğlence merkezleri haline dönüştürülmesi.

4-Kemeraltı’nın çehresini ciddi anlamda değiştirecek yeni bir imar planı uygulanması ve bu doğrultuda eski binaların restore edilerek yeniden hizmete açılması.

5-Kent’te bulunan ve restorasyona ihtiyaç duyulan tüm cami, kilise, sinagogların yeniden düzenlenmesi ve yerli yabancı ziyaretlere açılması.

6-Kemeraltı havra sokağında mevcut tüm eski yapılan restore edilmesi ve birer sanat merkezine dönüştürülmesi.

7- Yeşil dere bölgesinin yeniden ele alınarak buranın ıslah edilmesi.

8- Agora’nın çok ciddi bir şekilde ele alınması ve yeniden düzenlenerek ziyaretlere açılması.

9-İki çeşmelik caddesinin sağ ve sol bölümlerinde mevcut tüm ilkel dükkânların istimlâk edilmesi ve birer sanat ve eğlence merkezine dönüştürülmesi.

10-Alsancak liman bölgesinin hem görsel açıdan hem trafik açısından rahatlatmak amacı ile buradan kaldırılması ve bu alana tiyatro, kongre ve sanat merkezlerinin kurulması. Yeni ticari liman için olabilirlik imkânı var ise Çiğli tuzla bölgesinin düşünülmesi. Bu güzergaha giden karayolu bağlantılarının yeniden  ele alınması.

11- Birinci kordon bölgesinin trafiğe kapatılması ve burayı daha aktif bir cazibe merkezi haline dönüştürülmesi.

12- Fuar alanı içerisinin yeniden ele alınması, kapatılan hayvanat bahçesinin yeniden faal hale getirilmesi.

13- Yenişehir/Kapılar bölgesinin Kumkapı örneği gibi bir yiyecek ve içecek hizmetine yönelik bir bölge haline getirilmesi.

14- Karabağlar – Gaziemir güzergâhında bulunan ticari kuruluşlara standart getirilmesi ve bu manada yeniden düzenlenmesi.

15- İnciraltı bölgesinde yılan hikâyesine dönen imar planının kesinlikle çıkarılması ve kentin bu stratejik bölgesinin hem turistik liman hem sanat merkezi haline dönüştürülmesi.

16- Montrö/Çankaya itfaiye arasındaki güzergâhın yeniden ele alınması ve ıslah edilmesi.

17- Fuar Basmane kapısı karşısında bulunan yaklaşık 30-35 dönüm boş arazinin ele alınarak buranın bir konaklama ve oteller bölgesi haline dönüştürülmesi.

18- Karşıyaka/Basmane arası hatta faaliyet gösterecek olan hafif raylı sistemin aktif hale getirilmesi.

19-İzmir’de mevcut ve yeni oluşturulacak sanat merkezlerinin etkinliklerinin arttırılması, Efes festivali ve yeni etkinlikler ile ortak projeler üretilmesi.

 

İzmir’in beklenen turizm patlamasının yapabilmesi için şu anda mevcut imkânları ile işi zor gözüküyor. Kısaca ifade etmek gerekirse, bugün liman bölgesine gelen kurvaziyer gemi yolcularının 1 günlük konaklamaları İzmir ekonomisine büyük bir gelir katkısı sağladığı söylenemez. Gelen yolcular İzmir’de şaşkın şaşkın etrafa bakıp tekrar geminin yolunu tutuyorlar. İzmir’i İzmir yapacak etkenler maalesef şu anda yok denecek kadar az. İzmir ege bölgesinin arka bahçesi olmaya devam etmek istemiyorsa bir an önce tüm yerel yönetimler kolları sıvamak zorunda.  

Liste çok kabarık, yapılması gereken bazı uygulamalar çok ciddi sıkıntılar doğurabilir.

Ancak hiçbir oy kaygısı gütmeden sadece ve sadece İzmir’in kurtuluşu için bu hamleleri yapmak zorundayız. Artan işsizlik ve yoğun göç artık İzmir’i tanınmaz hale getirmiştir. Doğup büyüdüğü yörede iş bulamayıp İzmir’e ümit ile gelen her bir insanımıza bir iş sağlamak devletin işidir. Ancak Ülke’deki işsizlik gerçeği çok ciddi boyutlardadır. İzmir’in bu gerçeği tek başına göğüslemesi mümkün değildir. Gün içerisinde Konak meydanında çimlerin üzerinde boş boş yatan yüzlerce insana rastlarsınız. Bunun ayıbı İzmir’e ait değildir ancak manzaranın perspektifi İzmir’den yansımaktadır. Avrupa’nın hiçbir Ülkesinde gün içerisinde kentin bir meydanında yüzlerce insan işsiz ve sere serpe gölgede yatmamaktadır. Bu manzara ve daha niceleri İzmir gerçeğidir. Yolda yürürken karşınızdan gelen her 10 insanın 8’si İzmir dışındandır. Bu insanlar belirli hayaller ile İzmir’e göç etmişlerdir ancak burada yaşadıkları ekonomik sıkıntılar onları

 

Değerli okurlar, İzmir’in kendi içerisinde mevcut bu kadar potansiyeli ile uluslar arası turizm pazarında yer alabilmesi için belki çok daha değişik fikirlere ihtiyaç vardır.

Son günlerde yine spekülasyonları yapılan ve Milano’da gerçekleştirilecek olan organize olacak EXPO 2015’in Milano yönetimi tarafından sıcak bakılmaması İzmir’i tekrar gündeme getirdi. Daha öncede yazdığım gibi İzmir’in dikişleri patlamıştır ve acil onarılması gerekmektedir. Diyeceğim o ki, İzmir bu organizasyona aday olup bazı yetkililerin her şeyimiz ile hazırız sözleri ile gaza gelmez ve uluslar arası arenada kendi kendini rezil etmez.

Yayın Tarihi
07.07.2010
Bu makale 11468 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
Sayın Can Bekin, İzmir’e gösterdiğiniz ilgiye teşekkür ederim. Hüseyin Baraner de birkaç ay önce İzmir’le ilgili yazmış ve önerilerde bulunmuştu. Keşke eleştiri ve önerileriniz işe yarasa ve İzmir’de değişim hareketi başlasa. Ama ne yazık ki umudum yok. İzmirlilerin yaptığı hatayı dilerim Antalyalılar yapmaz. Antalyalılara önerim, seçtikleri belediye başkanlarını eleştirsinler, Antalya İçin proje üretsinler ve başkanlarına iletsinler, başaramadıkları ve yapamadıkları işler için “Hükümet yardım etmiyor! Hükümet engel oluyor!” bahanesinin arkasına sığınmasına izin vermesinler. Partileriyle değil, hangi partiden olursa olsun başkanlarının yaptıkları hizmetlerle övünsünler. Ben birkaç yıldır hem İzmir’de hem Antalya’da yaşıyorum ve Antalya’yı ikinci şehrim olarak benimsedim. Antalya’da gezerken hem güzelliklerini yaşıyorum, hem de Antalya’da daha neler yapılabileceğini düşünüp hayaller kuruyorum, projeler geliştiriyorum kendi kendime. Antalya’ya karşı sorumlu hissediyorum kendimi ve bunları dile getirmezsem Antalya’yla ilgili sorumluluğumu yerine getirmemiş olacağımı düşünüyorum. Sizin İzmir’le ilgili yazınızı okuyunca ben de Antalya ile ilgili önerilerimi yazayım dedim. Antalya’da en çok hoşuma giden şeylerden birisi nostaljik tramvay. Tramvayla beş dakikalık yolculuk bile bana terapi gibi geliyor. Son durağa geldiğinde pek çok insan gibi ben de tramvay yolculuğunun devam etmesini diliyorum. Tramvay hattının Limana kadar uzatılsa ve Konyaaltı sahili trafiğe kapatılsa, İzmir kordonunun hareketliliğine kavuşur, (hatta daha iyi olur, çünkü burada denize girme şansınız da var ) ve yılın her mevsimi, günün her saati yaşanan bir yer haline gelir. Atatürk Kültür Parkı, gerçekten bir kültür parkına dönüştürülmeli. Burada her sanat türünde sanat atölyeleri kurulmalı ve yaratılan eserler burada sergilenmeli. Kültürpark, benzeri yerler, Antalya’nın her ilçesinde oluşturulmalı ve Antalya kendi sanatçılarını yetiştirmeli. Hatta bir sanat köyü yapılarak Türkiye ve dünya sanatçıları burada ağırlanmalı. Antalya’da İzmirli olduğumu söylediğimde, Antalyalılar ve Antalya’ya yerleşenlerde genellikle İzmir’e hayranlık duygularını hissettim. “Ah İzmir! İzmir’de yaşamak ne kadar güzeldir!” duygusu dile getirildi hep.(Ben İzmir’in ne halde olduğunu biraz anlatıyorum ama aynı duygu devam ediyor) “ Böyle güzel bir şehirde yaşayan insanlarda neden bir İzmir özlemi var?” diye düşündüm. Sanıyorum bunun nedeni, İzmir’deki sosyal hareketlilikti. İzmir caddeleri, sokakları her mevsim ve günün her saatinde hareketlidir ve şehrin her kesimden insanını kucaklar. Antalya’da da bu hareketliliğin sağlanabilmesi için her ilçesinde trafiğe kapalı çarşılar yaratılmalı ve insanlar kendi şehrinin insanlarıyla beraber olabilmeli. Antalya’yı Antalya yapan tek özellik deniziymiş gibi düşünülmemeli, şehrin iç kesimlerinde de turistik alanlar yaratılmalı, turizmin sosyal ve kültürel etkileşimi yaratması sağlanmalıdır. Antalya’nın en çok şikayetçi olduğu konulardan birisi de turistlerin Antalya şehir merkezine uğramayışı. Antalya’da büyük konser salonları, büyük tiyatro salonları sergi salonları olsa, ve Türk sanatçılarını ve dünya sanatçılarını ağırlasa, sanıyorum Antalya turistler için de çekim merkezi haline gelir. Antalya için en uçuk kaçık denecek, (“Gerçekleşse harika olurdu!” ) hayalimi de yazmadan geçemeyeceğim. Konyaaltı’nda, Muratpaşa’da Kepez’de Antalya’da bulunan üç ayrı antik kentin planları aynen uygulanarak üç tane antik şehir kurulmuş. Antik tiyatro festivalleri düzenleniyor ve amfi tiyatrolarda konserler veriliyor.( Tabii ki hiçbir ses yükseltici kullanılmadan, her şey doğal.) Antalya,da gece dışarı çıkmışsanız, bir konsere, bir tiyatroya gitmişseniz –özel aracınız yoksa ve taksi tutacak ekonomik güce sahip değilseniz – hep “Nasıl döneceğim, son otobüse yetişebilecek miyim?” kaygısı yaşıyorsunuz. En geç 10.30’da otobüse binmek zorundasınız. Belediye otobüsleri olmadığına göre, belli bir saatten sonra taksiler, taksi-dolmuş olarak çalışamaz mı? Antalya’nın şehir planında en çok hoşuma giden şey, geniş kaldırımları. Bu kaldırımları özellikle yaz aylarında da güneşte yanmadan kullanabilsek ne güzel olur. Kaldırımların büyük bölümü ağaçlandırılmış, ama kaldırımlar koyu gölge veren ağaçlar sık aralıklarla ve çift taraflı olarak dikilse, bir gölge koridoru oluşturulsa Antalyalılar çok rahat eder, hem de caddeler hareketlenir. Meltem Mahallesinde bazı kaldırımlara sık aralıklarla Benjamin ağaçları dikilmiş, insanlar otobüs beklerken bu ağaçların gölgelerine sığınabiliyorlar, buralarda güneşten korunarak yürüyebiliyorlar. Şimdilik aklıma gelenler bunlar. İnşallah, Antalyalılar, şehirlerinin güzelliklerinin kaybolmasına izin vermeden yeni güzellikler yaratırlar.

Güldane Güngör 12.07.2010

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!