Gözsüz okumak

7-14 Ocak “Beyaz Baston Körler Haftası” olarak kutlanıyor. Her çağda bağımsızlaşma ve özgürleşmenin çeşitli araçları vardır. Baston da körlerin bağımsızlaşmasını ve özgürleşmesini simgeleştiren en önemli araç olmuştur. Gelelim 20. Yüzyılda basit bir değnekken evrimleşerek baston durumuna gelen Beyaz Baston’un öyküsüne:

1921 yılında bir trafik kazası sonucu kör olan bir fotoğrafçı, çevredekilerin kendisinin kör olduğunu anlaması ve dikkat çekici olması için bastonunu beyaza boyayarak dolaşmaya başlar, Londra sokaklarında. Bu deneyim o denli başarılı olur ki, 1931'de Fransız Körler Örgütü, körlerin bastonunun beyaza boyanmasını ve beyaz baston adıyla simgeleştirilmesini kararlaştırır.

 Bu uygulama giderek yaygınlaşır ve körlerin kullandığı baston, “ Baston olarak” anılmaya başlar. Her yıl 7-14 Ocak tarihlerinde resmi ve sivil çeşitli kuruluşlar yaptıkları etkinliklerle göz sağlığının önemini vurgulamakta, görme özürlü kişilerin bu durumdan kaynaklanan sorunlarına çözüm yolları tartışılmaktadır. Ayrıca kim daha iyi görüyordur o da bilin(e)memektedir!

“Körler sadece iyi olanı güzel sayarlar. Aslında güzel ve iyi aynı değildir. Gözsüz okumak ve görmek, koca değnekle bir iğneyi aramak gibidir. Onların seslerde bulduğu çeşitliliği, ne yazık ki biz yüzlerde bulamıyoruz. Oysa biz; gördüğümüz insanlar içinde en az kendi yüzümüzü hatırlarız. Yüzleri, insanları tanımak amaçlı inceleriz. Kendi yüzümüzü hatırlamamamız, kendimizi başkasına benzetmek istemeyişimizdendir” der Diderot “Körlere Mektup” kitabındaki bir bölümde.

Beş duyudan biri işlevsiz, dört duyu üstlenmiş hepsini ama bir fazla da gönülden. Yaşama sıkıca bağlanmış çoğu. Öylesine hassaslar ki, soluklanmak amaçlı ufacık sessizliklerde bile kulak kesiliyorlar, tedirgin oluyorlar. Selamlaşmak için ellerini uzattıklarında, ellerinin havada kalacağından korkuyorlar, boşluğa, karanlığa uzatılan eller!

Aşağıdaki öykü ders alınacak niteliktedir:

“Yolu ilk defa bu kasabaya düşmüştü. Adres sormak için birilerini arayan gözleri, yol kenarına park edilmiş otomobile takıldı. Arka koltukta oturan on yaşlarındaki çocuğa yaklaştı:

“Kasabanın fırınını arıyorum parkın yakınında olduğunu söylemişlerdi”

Çocuk otomobilin penceresini iyice indirip etrafı kokladıktan sonra, “Aslına bakarsanız ben de buralarda yeniyim” dedi, “ama sağa gitmeniz gerekiyor.”

Adam azarlar gibi sordu çocuğa, “Sen de buralara ilk defa geldiğine göre nasıl sağa gitmem gerektiğini söyleyebiliyorsun?”

Çocuk cevap verdi:

“Çünkü ıhlamurun kokusunu alıyorum. Ayrıca bakın, kuş cıvıltıları da o taraftan geliyor.”

Adam itiraz etti: “İyi ama bu kuş cıvıltıları ve koku oralarda bir park olduğunu göstermez ki! Pekâlâ, tek bir ağaçtan da gelebilir.”

Çocuk gülümsedi,

“Bir kere tek bir ağaçtan bu kadar yoğun koku gelmez. Kaldı ki iyice koklarsanız, taze ekmek kokusunu da alabilirsiniz.”

Adam hafifçe gözlerini kısarak sağ tarafı derin derin kokladı. Yoğun ıhlamur çiçeği kokusuna taze ekmek kokusu karıştığını hissetti.

“Doğru galiba!”diye söylenerek tekrar çocuğa döndü. Teşekkür etmek için elini uzattı. Fakat çocuk kıpırdamadı bile boşluğa bakmayı sürdürdü. Adam o zaman anladı çocuğun görme engelli olduğunu.

“Affedersin yavrucuğum” dedi, ne dediğinin farkında olmadan, ''galiba görmüyorsun.''

“Evet” dedi çocuk. “Üç yıl önce geçirdiğim trafik kazasında gözlerimi kaybettim. Siz herhalde görüyorsunuz efendim!”Adam gözyaşları içerisinde mırıldandı:

 “Artık emin değilim. Emin olduğum tek şey, senin benden daha iyi gördüğündür. Kimin daha iyi gördüğünü ise Allah bilir!”

 

Yayın Tarihi
12.01.2016
Bu makale 2012 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!