BİLİMSEL DÜŞÜNCE

Farklı Bakış Açısıyla Köy Enstitüleri-3

Köy Enstitülerinin kuruluşu ve amaçları ile karşı gelenlerin ve kapatanların hareket noktası salt "ideolojileri" olmadığını düşünerek konuyu tartıştığımızda işin çok boyutlu potansiyeller içerdiğini görürüz. İdeolojik bakış açısıyla konuya yaklaşırsak, isteseniz de istemeseniz de "taraflı bakış" konumuna kayarsınız. Bu bağlamda yazar ve okuyucu olarak kendimize bir sınır çizersek, belli kalıplar arasına koyarsak ya da tek bakış açısını kullanırsak gerçeği tam olarak görme şansımızı kaybederiz. Bu sebeple Köy Enstitülerine etkin olan bir gerçek olay olarak bakmak ve öyle değerlendirmek gerekir. Bunu yapmaya çalışalım.

Köy Enstitüsü denilince ne anlama gelir diye bir soru sorulsa vereceğimiz yanıt, başını sonunu eğip bükmeden 'salt bir eğitim olgusudur' demek gerekir.

Konuya hem eğitim tarihi hem de siyasal açıdan yaklaştığımızda, konunun bilimsel verilere dayalı olarak analizinin daha tutarlı olacağı anlaşılır.

***

Köy Enstitülerinin kuruluş fikri nereden çıktı sorusunu sorduğumuzda, öncelikli olarak kıta Avrupa'sındaki sanayileşme hamlelerinin ardından duraklamaya giren toplumların gelişmesi için sanayileşmenin yetmediğini örneğin Almanya, İsviçre, Danimarka ve bazı İskandinav ülkelerinde bir görüş öne çıktı. Bu görüşe göre, bir toplumun çağdaşlaşması, ilerlemesi ve çok yönlü gelişmesi için "köylünün eğitilmesi" gerektiği noktasında fikir birliği oluştu. Bu düşünce, yukarıdaki iki bölümde açıkladığımız, hali pür melalini özetlemeye çalıştığımız yeni kurulan cumhuriyetimize kalan enkaz mirasın aşılması için çok doğru bir yöntem olacağı kanaati hâsıl oldu. Köylünün eğitilmesi fikri Türkiye'de de kabul görünce bunun yolu ve yönteminin "Köy Enstitüleri" olacağına karar verildi.

Özetle Köy Enstitülerinin çıkış noktası bu düşünceye dayanır.

***

Peki, bu fikrin Türkiye'deki öncüleri kimlerdi?

Edindiğim bilgiye göre "köylünün eğitilmesi" fikrini benimseyip bu işe ön ayak olanlar arasından Ahmet Tevfik, Ethem Nejat, Şemsettin Günaltay gibi isimler öne çıkıyordu.

Bilimin ve aklın rehberliğine göre (Ekinci,18), Köy Enstitülerinin kurulmasını gerektiren çok sebep vardı. Ana amaç, enkaz halindeki Anadolu'yu imar etmek, insanına insanca yaşama şartlarını öğretmekti. Bunun için de bazı temel hedefler ortaya konuldu.

Bu hedefleri üç ana başlıkta tartışmaya çalışalım.

1-Anadolu'da kapsamlı toprak reformu yapmak...

2-Ümmet olan halka millet olduğunu anlatmak dolayısıyla ulus devlet olmak...

3-Ekonomik kalkınma için tarıma dayalı sanayileşmek...

Bu büyük hedeflerin Köy Enstitüleriyle ne alakası var diyecekler olabilir!

Beklediğim bir sorudur. Böyle bir sorunun cevabı yazının ilerleyen bölümlerinde olacaktır.

***

Önce ilk temel hedefi ele alalım: Neden toprak reformu?

Kurtuluş Savaşına hazırlanırken Gazi Paşa, Anadolu insanını Kuvayı milliye şemsiyesi altında bütünleştirmek için olağan üstü gayret sarf ediyordu. Bu süreçte çok önemli bir gerçeği görüyordu, bu, Türkiye'nin sosyal gerçeği idi.

Neydi o gerçek?

Kurtuluş için "iç cephe" dediğimiz topyekûn direnme hareketinin desteklenmesinin sağlanması gerekiyordu. Anadolu halkı, yüzyıllardan beri egemen olan feodal güçlerin gölgesinde yaşıyordu! Birey olamamış bir toplum vardı. Ağalara, beylere, mirlere, şeyhlere padişah tarafından tanınan imtiyazlar durumu bu hale getirmişti. Kendi başına karar veren, davranan, iradesini kullanan bir toplum yoktu. Bunun sebebi çok derindeydi. Halkın padişahın kulu, reaya sayılması, kendi iradesini kullanma yetisini/yetkisini yok etmişti. Bireysel olarak davranma özgürlüğü elinden alınmış, iradesini kullanamıyor dolayısıyla ona göre de davranamıyordu.

Bölgesel özellikler farklı da olsa toplumun büyük bir kısmı ya bir ağaya ya bir beye ya bir şeyhe ya da bir "zorba"ya bağlıydı!..

Halkın üzerinde etkin olan bu feodal güçler (ağa, bey, mir, şeyh, şıh, aşiret reisi, melle) eğer  "Millî Mücadele"ye destek veriyorsa onların himayesindeki halk da veriyordu, vermiyorsa halk da vermiyordu.

Durum bu kadar vahimdi!..

Gazi Paşa işte bu gerçeği görmüş ve ona göre çözümler bulmaya çalışıyordu.

Peki, neden böyleydi?  Sebep neydi?

Toprağın yönetim şekli...

***

Osmanlı'da toprağın doğrudan kullanım hakkı halkın değil kişilerin yönetimine veriliyordu.  Bunun detayları konumuzu aşacağı için girilmeyecektir. Toprak padişahın mülkü idi onu da istediğine verebiliyordu. Toprağın yönetiminde ve işletilmesinde sadece feodal güçlerin egemenliği söz konusuydu. Buna bağlı olarak ne sanayileşme ne de uluslaşmak/millet olmak mümkündü.

Peki, çare neydi?

Halkı özgürleştirmek...

Bunun için de halkın bireysel olarak karar verme ve iradesini kullanma imkânının sağlanması şarttı. Bunun için de halkın feodal güçlerin etkisinden kurtarılması gerekiyordu, çözüm yolu olarak da toprak yönetim şeklinin değiştirilmesiydi.

O halde toprak reformu şarttı. Böylece hem halkın kendisi bireyselleşecek hem ekonomik olarak güçlenecek hem de tarıma dayalı sanayileşmek mümkün olacaktı.

Sonuçta Anadolu halkı kişilerin değil, devletin egemenliğinde devletin uyruğu olacaktı.

Birey olan her vatandaşa millet/ulus olma bilinci kazandırılacak, aynı vatan toprağında, aynı bayrak altında birlikte yaşama sevinci yaşanacaktı...

Bir ülkü birliği içinde varlığı da yokluğu da beraber paylaşan; kaderi de tasayı da kıvancı da topyekûn yaşayan bir toplum yaratmak ana gaye idi.

Bunun için de feodal güçlerin mutlaka yok edilmesi, toprak yönetim sisteminin değişmesi gerekiyordu. Ağalık, beylik, mirlik, şeyhlik, aşiretçilik son bulmalıydı.

Toprağın sahibi köylünün kendisi olmalıydı. Rahmetle andığım Ecevit'in ifadesiyle "...toprak işleyenin su kullananın..." ilkesinin bilimsel kurallara dayalı olarak uygulamaya konulması gerekiyordu.

***

Peki, tüm bu feodal güçlere son verildi, sözün gelişi diyelim ki başları ezildi devlet gücüyle, ardından nasıl bir çözüm olmalıydı? Onun da cevabı vardı. Toprağı işleyecek olan köylü toprak sahibi olduktan sonra bunun ikinci ve en önemli aşaması vardı. Dağıtılan her bir toprak parçasını işleyecek köylüye rehber olacak, verimli ve kaliteli üretim/ürün almak için bilgiye, akla dayalı tarımın nasıl yapılacağını öğretecek kadroların yetiştirilmesi şarttı.

İşte bu aşamada Köy Enstitüleri devreye girecek, bu eğitim kurumlarından yetişen köy çocuğu gençler yine köylüye bilgiye ve akla dayalı üretim yöntemlerini öğretecek böylece köylü hem eğitilmiş hem de ekonomik olarak kalkınmış olacaktı.

Yetmezdi, milli bir bilinçlenme ile millet/ulus olmanın, ulus devleti yaratmanın yolu açılmış olacaktı. Köy Enstitülerinden yetişen her genç en az bir köyün halkını eğitmek, kalkındırmak ve milli bilinçlendirmek amacına hizmet edecek şekilde yetişecekti. Bu gençlerin her biri birer "eğitim neferi" olacaktı.

Sonuçta her vatandaş, bir feodal gücün kölesi değil kendisinin efendisi, vatanın ve devletinin has bireyi olacaktı. Eğitimli köylü, artık kişilere bağlı bir maraba/kul/köle değil, vatanına, bayrağına, devletine bağlı birey olacaktı.

Gazi Paşa'nın hedefe koyduğu iki önemli husus vardı.

Biri tüm yurt sathında geniş kapsamlı bir toprak reformu yapmak, diğeri de tüm kurum ve kuruluşlarıyla gerçek bir demokrasinin ülkede yerleşmesi ve yaşanmasını sağlamaktı.

Ne yazık ki Gazi Paşa'nın bu iki hedefini tam anlamıyla gerçekleştirmesi için ömrü yetmedi. Türk halkı üzgün ve kayıptaydı!

(Devamı olacak)

Yayın Tarihi
30.05.2021
Bu makale 777 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

ÇOK OKUNAN

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!