BİLİMSEL DÜŞÜNCE

Dur Yolcu!-5

(Edirne'nin Savunması)

Osmanlı bir dünya imparatorluğuydu. Anadolu'dan Batı'ya yönelirken hep geride bıraktıklarını kenara koymuş, Batı'ya ileri hamleler yaparak Anadolu ve Doğu Trakya'da bıraktıklarını imar ve ihya etmek için bir yatırım yapmamıştı.

Bunu böyle biliyoruz. Fakat çok fazla bir söz de söyleyemiyoruz, Osmanlı hatasıyla sevabıyla bizimdir, bazen var olanı korumak için büyük canlar verilmiştir. Gerçekleri de örtbas edemeyiz. Hatalarımızı bilmeliyiz ki yeni hatalar yapmayalım diye...

Özellikle 1912-13 yıllarında yaşanan 1. ve 2. Balkan Harpleri Osmanlıyı dibe vurdurmuştur. Bunun ana sebeplerinden ilki, el kesesinden safa sürmektir, devleti borç batağına sokmaktı; örneğin alınan borçlarla saraylar yapıp zevk ve safa içinde yaşamak! İkinci ana sebep de orduya politikanın girmesidir. Üçüncü sebep de dinin siyasallaşmasıdır. Her yanlış için bir dini kılıf uyduruluyordu, fetvalar çıkarılıyordu şeyhülislam tarafından. Dördüncüsü eğitimdeki geri dönüştü. Pozitif bilimler terk edilmiş, tekke ve zaviyeler bilgi ve bilim yerine din sömürüsü yapmakla meşguldü. Sonuncusu yolsuzluğun, rüşvetin, hırsızlığın rağbet görmesi, devlet idaresinde ehliyetsiz, liyakatsizlerin göreve getirilmesi...

Osmanlının o günkü haliyle bugünkü durumumuzu kıyaslayabilirsiniz. Yorum serbesttir...

***

Balkan savaşlarından sonra bu coğrafyada artık Osmanlının esamesi okunmaz olmuştu. Terk edilen cephaneler, kaçan askerler, çamura saplanan toplar, tüfekler, dağılan cephaneler yok olan Osmanlı itibarı ve güvenirliliğinin yanında devede tüy bile değildi.

Osmanlı batıyordu!

İstanbul'a doğru yürüyen Bulgar ordularına Çarlık Rusya her türlü desteği sağlıyordu. İşte bu aşamada bunlara "dur yolcu" diyebilecek kahramanlara ihtiyaç vardı.

***

Daha önceden alınmış bazı tedbirler bir süreliğine düşmanı durdurmak için tek sığınılacak önlemlerdi. Bunlardan biri de Osmanlının 2. Başkenti Edirne'yi savunmak için daha önce yapılmış 33 tabya belli bir süre için düşmanın işgalini önlemiş olabilir fakat sonucu değiştirememişti.

Edirne'nin savunması Erzurumlu Mehmet Şükrü Paşa'ya verilmişti. Kuşatma altındaki şehirde savunma yapan askerin sadece 54 gün yetecek kadar zahiresi yani yiyeceği vardı. Şükrü Paşa'ya şehri 40 gün müdafaa edip teslim edilmezse İstanbul'dan takviye kuvvetlerin geleceği söylenmişti. Ne 40 günler geçti hâlâ bir takviye gelmemişti.

Şükrü Paşa tam 150 gün, Edirne'nin şimdilerde "iç kale" olarak bilinen bölümde tek canlı hayvan ve bitki kalmayana kadar bulduğu her şeyi askerine yedirmiş onları şehri savunmak için diri tutmuştu. Her zorluğa rağmen şehri teslim etmeyen Paşa, en sonunda ağaç kabuklarını kemirmeye başlayan askerin artık dayanma gücünün kalmadığını biliyordu. Bir yandan düşmanla bir yandan abluka altındaki şehre dışarıdan yardım alamadığı için yoklukla, sefaletle savaşarak 40 gün yerine 150 gün dayanmıştı. İnsanlar açlıkla baş başa kaldığında taştan yumuşak ne buldularsa onu yediler!

Rahmetli anam 5-6 yavrusuyla kıtlık yıllarını yaşadığı için hep şunu dua ederdi: "Allah insanı nefisle (açlıkla) terbiye etmesin." Ne çocukluğunu ne de gençliğini yaşamış cefakar, emektar Zarif anamın bu duasına baba İbram da iştirak ederek birlikte "amin" derlerdi.

***

Bulgar işgaline karşı 54 günlük yiyeceğiyle tam 150 gün direnmişti Edirne savunmasını yapan kahramanlar... Sonunda açlığa dayamayıp teslim olmuşlardı!.. Bulgar işgaline giren Edirne'deki Mimar Sinan'ın "...Benim ustalık eserim..." dediği Selimiye Camii'nin 4 minaresinin her birinde var olan 3 şerefesinden yani 12 minare şerefesinden günde 5 kez Bulgar sanatçılar tarafından müzik (keman ve Gayda) çalınmış, caminin içine atlarıyla girmişlerdi. Edirne bombalanırken Selimiye'nin yıkılmasını engelleyen zamanın Bulgar Kralı ve genelkurmay başkanının emriyle cami bombalanmaktan kurtulmuştu. Çünkü onların da bu muhteşem esere saygınlık bağlamında ihtiyaçları olacaktı.

Herhalde minare şerefelerinde müzik yayını yapmak için değildi bu saygınlık... Böyle bir durum karşısında hemen aklımıza gelen "Tanrı bir daha böyle felaketler göstermesin" deriz. Deriz de dönüp kendimize bakmayız. Bu vatan için, millet için neler yaptık ne hayırlı işler yaptık diye sorgulamayız kendimizi. Hiç, ama hiç öz eleştiri yapmayız!

***

Şimdi de bunu diyenler çoktur mutlaka. Diyenler olacak da onu derken ne durumda olduğumuzu da düşünmelidirler.

Açlık ne demektir, önce onu düşünmeliyiz.

Açlık demek, hiç bir şey yiyememektir.

Yiyecek hiç bir şeyin bulunmamasıdır. Bunu anlamak gerek.

Edirne'yi savunan Mehmet Şükrü Paşa'nın vasiyeti direnişi ve vatan sevgisini iyi yansıtıyor.

"Düşman hatları geçtikten sonra ölürsem kendimi şehit kabul etmiyorum. Beni mezara koymayın. Bedenimi itler, kuşlar parçalayıp yesinler. Fakat müdafaa hattımız bozulmadan şehit olursam beni oracığa gömün. Sabunum, kefenim ve lifim çantamdadır. Beni bu mahalle gömebilirsiniz ve gelecek nesiller bir abide dikecekler."

Ve şehri 150 gün sonra çaresizce teslim ediyor. Açlıktan ölüme terk edilen bu kahramanlara söyleyecek neyimiz olabilir utancımızdan başka!..

Bir günlük ekmekleri bayat diye yemeyip tonlarca ekmeği çöpe atan bugünkü israf kapısının gardiyan zihniyetinin "itibardan tasarruf olmaz" deyişi örgütlü cehaletin ilanıdır.

Cephede vatan savunması yapan bir Mehmetçiğin günlüğüne yazdıklarına bakalım ve okuyalım. Mehmetçiğin günlüğünde kaydedilen bu notu okuduğumda, insanlığımdan utandım.

Günlükten şu ifadeleri "itibardan tasarruf olmaz" diyen cahillere ithaf ediyorum.

"Ya Rab bu ekmek ne büyük nimetmiş. Ah bir de yerken dişlerimin arasında çıtır çıtır, gıcırdama sesleri gelmese, gece yattığımda karnımı ağrıtmasa!.."

***

Nasıl bir ekmek ki hem büyük nimet hem de bu rahatsızlığı veriyor!

Bunun araştırmasını yapan işin ehli kişilerin verdiği bilgiler çok ilginçtir.

Ekmeğin özünde neler varmış bilir misiniz?

Bilemezsiniz tabii ki.

Bilebilmek için o şartları yaşamak gerek! Yaşayanların aktarımlarında özetleyerek veriyorum.

Şöyle, ekmeğin karışımı: Bir ekmeğin (somun-askerlikte buna 'tahın' denir, %70'ine yakın kısmı süpürge otu tohumu, %10-15 civarında tahıl (buğday, arpa, çavdar), gerisi deniz kumu!.. Anladınız mı bre muhteremler "deniz kumu" %15 oranında...

Bu vatanı savunan, kurtaranların mirası üzerinden heybelerini doldurmak yetmiyormuş gibi "itibardan tasarruf olmaz" diyen kara zihniyetin vebalı da suçu da çoktur!..

***

NOT: Gündönümü (Nevroz) Bayramı ve Hıdırellez Günü kutlu olsun.

Yayın Tarihi
06.05.2021
Bu makale 937 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!