YAŞAMAK ZAMANI

Diken Tarlasından Gül Bahçesine – 30

Hanım, Hanım! Ne Yaptın Sen Hanım?

 

erkekliğiyle övünüp duranlara

aldanıvermeyin hemen

dişisinden korkmayan bir aslanın

alnını karışlarım ben!

H.E.

 

Bahçıvanımız İlyas Efendi ve eşi Sebile Hanım, başkalarına olduğu gibi, birbirlerine karşı da kibar ve saygılıydılar. 17 yıl birlikte olduk; bir gün olsun bağırıp çağırdıklarına, kavga ettiklerine, ağızlarından kötü bir söz çıktığına tanık olmadım hiç.

Sebze yetiştirmede ustaydı Sebile Hanım. Sebze fidelerini mecbur kalmadıkça dışarıdan almaz, kurutup sakladığı tohumlardan kendisi üretirdi.

Ne zaman sulayıp ne zaman çapa yapacağını da iyi bilirdi, nasıl gübre verileceğini de... Eşi gibi o da çok tutumluydu. Mümkün olduğunca hiçbir şeyi çöpe atmazdı. “Sakla samanı, gelir zamanı” derdi hep.

“Gübre gerekli mi Sebile Hanım? Gübre alalım mı?” diye sorduğumda:

“Neden boşuna para vereceksin Hüseyin Bey? Karşıda tavuk çiftliği var. Tavuk gübresine kimse para verip almıyormuş. ‘Gelin, istediğiniz kadar alın, götürün’ diyorlarmış İlyas’a. Her gün, bir iki el arabası doldurup geliyor o da. Ben de teneke içinde bir gün suda bekletip şerbetini çıkararak çapadan sonra sulama yaparken veriyorum sebzelere. Bundan güzel gübre mi olur? Zaten siz de suni gübreye karşısınız. Daha ne?” deyip gübre aldırmıyordu bana.

Bir anne, yavrusunu nasıl koruyup kollarsa, o da öyle koruyup kollardı; diktiği fideleri, yetişen sebzeleri. Yabani otların, yetiştirdiği sebzelere zarar vermesine asla izin vermez, her birini tek tek söker alırdı köklerinden.

Seviyordu, bahçede çalışmayı. Çekti miydi beline kadar şalvarını, işine verirdi kendini tümden. Öyle verirdi ki hem de, başucuna kadar varırdınız da çalışırken, görmez, duymazdı o sizi.

Ha Akseki’nin Menerge (Minareliş) köyünden Hacı Veli’nin kızı, Gödeneli Bıçığın Osman’ın eşi Şefika Erkan, ha Sebile Hanım!..

Gerçekten de sakinliği, çalışkanlığı ve işini en güzel şekilde yapmaya özen göstermesiyle babama ne kadar çok benziyorsa İlyas Efendi, eşi Sebile Hanım da annemin bir kopyasıydı.

Şirin Teyze’m, Zöhre Teyze’m, Medine Teyze’m de öyle değiller miydi sanki!

İlyas Efendi dışındakiler çoktan göçüp gittiler öteki dünyaya. Işıklar içinde uyusun hepsi de.

•          •          •

Silivri’nin Semizkumlar mevkisinde bulunan Büyük Erseven Tatil Köyü’ndeki dubleks villamızı bırakıp dikenli bir tarlayı gül bahçesi yapma azmiyle Kavaklı köyüne geldiğimizin üçüncü yılıydı sanırım.

Deniz kıyısındaki o tatil köyünde yaklaşık yedi, sekiz yıl birlikte olduğumuz sevgili komşularımızı unutmamıştık elbet. Birbirleriyle çok iyi dost olan Şanlıurfalı üç komşumuzu davet ettik; bir hafta sonu.

Tekstilci Necati Bey ve eşi Perihan Hanım, ayakkabı imalatçısı Vahap Bey ve eşi Zâhide Hanım ile tüccar Halil Bey ve eşi Aysel Hanım, bir pazar günü birlikte geldiler; öğleye doğru.

“Ooo!.. Siz denizi ve güzel tatil köyümüzü bırakıp gittiniz diye üzülüyorduk ama cennette yaşıyormuşsunuz meğer.” diye iltifat ettiler. Hele hele çok zor beğenen, beğenisini pek az dile getiren Necati Bey’den bile öyle güzel sözler duyduk ki, memnun olduk tabii.

“Kaça aldınız burayı?” diye sordular sonra.

Beş, altı yıl önce aldığımız fiyatı söyleyince:

“Bedava, bedava!.. Bize niye söylemiyorsunuz arkadaş? Komşuluğumuzdan memnun değil miydiniz yoksa?” diye ciddi ciddi gönül koyunca:

“Aksine... Biz sizlerden çok memnunduk. Söyledik de ama hiç ilgilenmediniz o zaman. Vakit geçmiş değil. Yan tarafımız satılık. İsterseniz buyurun, yine komşu olalım.”

Kaça satıyorlar?”

“Bilmiyorum; ilgilenmediğim için sormadım. İsterseniz, köydeki emlakçılara gider sorarız.” dedim ama oralı olmadı kimse.

Unutulmaz bir anısı var o günün. Paylaşmalıyım onu mutlaka sizinle.

Necati Bey’le Vahap Bey’in iddialı bir tavla maçı yaptıkları, eşimin de mutfakta olduğu bir sırada bayanlar:

“Hüseyin Bey, bahçeyi şöyle bir dolaşabilir miyiz?” diye sordular.

“Hay hay, buyurun!” deyip düştüm önlerine.

Domatesler, patlıcanlar, biberler, fasulyeler... Henüz ürün vermemiş; çiçekteler...

Ve kabaklar... O bölüme varınca, “Ay!.. Ne güzel çiçek açmış bunlar?” deyip öne geçti Halil Bey’in eşi Aysel Hanım.

“Perihan Hanım, Zâhide Hanım! Baksanıza ne kadar büyük?” deyip koparıverdi bir çiçeği.       İçim gitti ama konuğumdu karşımdaki. Niçin kopardığını anlamaya çalışırken, bir daha, bir daha…

“Yapma, koparma” diyeceklerini bekledim öteki iki hanımın ama umurlarında olmadı hiç.

Bir de baktım, Sebile Hanım geliyor uzaktan koşar adım. Gelir gelmez:

“Hanım, hanım! Ne yaptın sen hanım? Yeni doğmuş bir bebeği, annesinden koparıp çöpe atmak yakışıyor mu sana?” diye sormasın mı?

Şaşırıp kaldık hepimiz.

“Eyvah, eyvah! Çok ayıp oldu.” dedim içimden.

“Ne yaptım ki ben? Neden böyle bir soru sordunuz bana?” deyince konuğumuz:

“Elindeki çiçeklerin bir bebekten ne farkı var? Pazardan para vererek aldığımız, pişirip lezzetle yediğimiz kabaklar, elinizdeki o çiçeklerden olur. Bunu bilmiyor musun sen?”

“Ay, özür dilerim. Biz bu çiçeklerden de dolma ya da sarma yaparız. Onun için koparmıştım. Ama sen haklısın. Sormadan koparmamalıydım ben.”

O âna kadar, araya girmemek için zor tuttum kendimi. Biri sevgili bahçıvanım, öteki sevgili komşum ve konuğum. İki arada bir derede kalmıştım ki, Sebile Hanım söyledi son sözü:

“Kusura bakmayın, konuşmamla sizi kırdıysam. Ben Bulgaristan göçmeniyim. Birkaç yıl oldu henüz geleli. Türkçem kıttır biraz da!” deyip o da özür diledi de, sorun çözülmüş oldu böylece.

Yâni ki o gün, özür dilemesini bilen anlayışlı iki bayan sayesinde kurtuldum ben!

Yayın Tarihi
18.03.2022
Bu makale 466 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!