Kendiliğinden olan ancak doğal olmayan “değişim” süreci olarak
betimlediğim yaklaşımdan hareketle;
Tam da içinde bulunduğumuz süreçte, yaşadığımız ülkeden kocaman bir örnek. O kadar kocaman ki.. betimlememi örneklendirip görünür hale getirmek için ithal,
sipariş, ya da tek, tek olup yeryüzünde
kendi koşullarında her insanı ilgilendiren kişisel örneklemelere hiç
de mahal bırakmıyor.
Ülkem örneği;
Emperyal Osmanlı İmparatorluğu’nun son
sadrazamı Damat Ferid’in İngiliz Hükümeti ile münasebetlerinin had safhalara
(!) ulaşması ile birlikte İstanbul’un işgal altında olduğu sıralarda Mustafa Kemal Paşa’nın, Damat Ferid
hükümetini tanımadığını açıklamasının ardından 23 Nisan 1920’de kurulan Büyük
Millet Meclisi’nin “farklı ve zıt
fikirlere sahip milletvekillerinden oluşmasına rağmen” işgal altındaki
ülkenin savunulması ve bütünlüğünün korunması yönündeki kararlılığında tek ses
ve tek yürek olabilmesinin, saltanattan kurtuluşundaki
en önemli etken olduğunu söylemek fevkalade
olağandır.
Tekraren; Ülkenin
savunulması ve bütünlüğünün korunması yönünde “Farklı ve zıt fikirlere sahip olunmasına rağmen”..
Devamında 23 Nisan 1923 de kurulan “ulus devlet” Türkiye Cumhuriyet’imizin;
Cumhuriyet ki.. millet tarafından seçilen
parlamentoya dayanan başında da cumhurbaşkanı olan siyasi bir yönetim şeklidir.
En önemli ayıranı makamın, babadan oğula
veya aile yakınlarına miras yoluyla değil
halk tarafından seçilerek görevlendirilmiş olması olup, halkın
menfaatini gözeten “halk idaresi” olarak
tarif edilir. En belirgin niteliği de;
-yasama,
-yürütme,
-yargı
kuvvetlerinin birbirine karşı bağımsız ve
denetleme esasına göre işleyen bir mekanizmaya sahip olmasıdır.
1789 tarihinde Fransa’da, Avrupa’daki zalim krallık rejimlerine tepki
olarak doğan Cumhuriyet, halkın zulme
karşı başkaldırısı olarak okunabiliyorken
zaman içerisinde rejimin ilkelerine aykırı görüşlerin gerçek yüzlerini örtmek üzere kullanılmış
olduğunu saptamak hiç de zor olmamaktadır.
Tıpkı bugün Ülkem’in başındaki vehamet
gibi..
DEVAM EDECEK
Sağlıcakla..