ANKARA'DAN

Bu ülkede kafalar neden karışık?

Eğer bu bir soru olacak ise, doğru soru sormaya Osmanlıdan başlayarak sormak gerek. O zaman da:

--Bunlar kimlerdi, eee bir bakalım bakalım kimlermiş.

--Konuyu cemiyet/örgüt bağlamında değil de, yaklaşım bağlamında ele alacağım. Çünkü, dönem dönem ve bölge bölge o kadar çok ayrı yapılar var ki, ilkesel olarak tanımlamak daha anlaşılır olacaktır.

--Gerçi eskilere sorsanız “Osmanlı’da 72 Millet Birlikte Yaşadık” derler ama, bu sayıda kim kimdir, ne nedirin yanıtı yoktur.

--Osmanoğlu Hanedanlığı 1299'da kurulmuş ve önce Beylik sonra Devlet, imparatorluk olmuş ama, 19 yüzyıla gelinceye kadar resmi bir nüfus sayımı yapılmadığı gib,, kayıt ve belgeleri yoktur, en azından ben bulamadım.

--Hoş, Sarayın vergi kayıtları vardır ama, kayıtlara geçen İlk resmi nüfus sayım işlemleri de 1881–1893 yılları arasında yapılmıştır.

--Devletin resmi kayıtlarında 1893'de görünen bu sayım, Osmanlı İmparatorluğu İstatistik-i Umumi İdaresi tarafından, genel ve standartlara uygun nüfus bilgisi olarak (Vergi, askerlik gibi bir amaçla değil) sadece nüfus bilgisi elde etmek için yapılmıştır.

--Nüfus etnik, dini ve cinsel ayrımlarla belirlenmiştir. Kıstaslar ise bu ayrımlar göz önüne alınarak belirlenmiştir:

--Müslüman(Çoğunluğu Türkler, Araplar ve Kürtlerden ve İslam mezheplerinden oluşur), Yunan(Makedonlar, Anadolu Rumları, Pontus Rumları, Kafkas Rumları dahil; ayrıca da inanç olarak, Ortodoks kilisesine bağlı tüm Hristiyanları, Slavları ve Arnavutları), Ermeniler, Bulgarlar, Katolikler, Yahudiler, Protestanlar, Latinler, Asurlular, Çingeneler gibi kategorilerde nüfus tanımlanmıştır.

--Yine Osmanlıya özgü bir ZİMMÎ (çoğulu zimem) tanımı vardır ki o da: “kendisine güvence verilen, koruma altına alınan kişi” demektir. Genellikle müslüman olmayanlar için kullanılır.

--Resmi nüfus sayımına göre Osmanlıda 1906 yılında Milletlerin nüfus dağılımı şöyledir:

Müslümanlar: 15.498.747-15.518.478 %76,09-%74,23

Yunanlılar: 2.823.065-2.833.370 %13,86-%13,56

Ermeniler: 1.031.708-1.140.563 %5,07-%5,46

Bulgarlar: 761.530 - 762.754 %3,74-%3,65

Yahudiler: 253.435 - 256.003 %1,24%-%1,23

Protestanlar: 53.880 %0,26

Diğerleri: 332.569 %1,59

Toplam 20.368.485-20.897.617 %100,00

--Gelelim, bazılarının pek sevmediği dönem, Türkiye Cumhuriyetine ama ondan önce yine Osmanlıdan iki söz etmek gerek.

--Osmanlının modernleşme süreci yaklaşık iki yüzyılı aşkın bir süreci kapsamakta ve Tanzimat fermanı ile başlayan bu süreç;

--Ülkeye birçok siyasi, hukuki, ekonomik ve kültürel yeniliği ve yeneileşme sürecini beraberinde getirmiştir.

--Avrupa’da 1789'da yaşanan Fransız Devriminden, Rönesans ve Reform hareketlerinden başlayarak bir dizi sosyal, siyasal ve toplumsal gelişmelerin sonucunda, devlet ile toplum arasındaki geleneksel dönemdeki(Saray-kul-teba) ilişkinin değişmesine neden olmuş ve bunun sonucunda da eşit vatandaşlık ve vergilendirme temelinde merkeziyetçi; devlet-vatandaş odaklı ve anlayışlı politikaların uygulanması geçilmiştir.

--Bu ise yeni gerilim alanlarının ortaya çıkmasını engellenmemiş, ise de, Avrupa'da devletlerin vatandaşları ile olan ilişkisini çözdüğü "sosyal sözleşmeler" yoluyla sorunu çözmeye çalışmış ise de, Osmanlıda bu tür uygulamalardan olumlu ve kalıcı bir sonuç

alınamamıştır.

--Yaşanan askeri yenilgiler ve devletin ve toplumun genel ekonomik durum ve dengelerinin bozulması, 1789 sonra ilk olarak Burjuvazinin daha sonra da Kapitalist sistemin pompaladığı milliyetçilik akımları, Osmanlı İmparatorluğu’nun sonunu getirecek ve bu parçalanmadan sonra yurtsever Mustafa Kemal gibi asker -sivil aydınların öncülüğünde bir ULUSAL KURTULUŞ SAVAŞI VERİLECEK ve sonunda da yeni bir devlet kurulacaktır.

--İşte, Türkiye Cumhuriyeti böyle bir dönem ve sürecin sonucunda, Anadolu ve Rumeli topraklarında "Misak-ı Milli" sınırları içinde kurulmuştur.

--Gerek çağın, yani 19. ve 20. yüzyılların özellikleri, gerekse de ülkenin kendine özgü koşulları gereği, Osmanlının deneyip oluşturamadığı "Osmanlıcılık ve İslamcılık politikaları" sadece çözüm önerisi olarak kalmamış olmasıyla ve döneme özgü milliyetçilik ve uluslaşma anlayışları ile Laik bir devletin kurulması kaçınılmaz olmuştur.

--Başlangıçta, Üçüncü bir yol olarak ortaya çıkan "Türkçülük" fikri ise, yavaş yavaş kendisine destek bulmuş ve Özellikle Balkanlar ve Kafkasya'daki Müslüman Türklerin yaşadığı zorluklar milliyetçi Türk

düşüncesini hızla yayılmıştır. Rusya Türklerinden Yusuf Akçura, Gaspıralı İsmail ve Ağaoğlu Ahmed gibi aydınlar Rus milliyetçiliğine karşı Türklük temelinde bir politika izlemesinin zorunlu olduğunu ifade etmekteydi (Zürcher, Modern Türkiye'nin Tarihi 1997:327).

--Bu düşünce sadece ülke sınırları içindeki Türklüğü değil aynı zamanda Orta Asya ve Kafkasya’daki Türkleri de birleştirecek gerçekçi olmayan eğilimler taşıyan düşünceler, bu topraklarda kurulacak bir devlet için akılcı bir çözüm olarak görülmemiş ve LAİK ve DEMOKRATİK bir CUMHURİYET fikri kabul görmüştür.

--Elbetteki, soğuk savaş döneminin bitmesi, küreselleşme çabaları, ulus devletlere karşı açılan açık saldırılar ve kapitalizmin kendine yeni şeriat özlemli ve milliyetçilik soslu yeni çıkışları, günümüz dünyası ile çelişirse de, en azından gündem değiştirmeye, toplumu ve kitleleri "tavşana bak"ıtmayı sürdürmektedir.

--Oysa, Atatürk Türkiye Cumhuriyeti kurulurken, "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir", diyerek "ULUSLAŞMA SÜRECİ"ni başlatmış, ayrıca da,

--Halifeliğin kaldırılması(3 Mart 1924) ile, devletin laikleşmesi öncelenmiş, buna ek olarak da devletin siyasi ve hukuki yapısını değiştirmeye yönelik süreç ve devrimler başarı ile sürdürülmüştür.

 

--Bu süreci destekleyen en önemli girişime ise, "Tevhid-i Tedrisat Kanunu" ile başlanmış ve ülkedeki tüm eğitim kurumları devlet kontrolüne alınmıştır.

--Kapitülasyonlardan tutun da, "sevr"e kadar bir plan ve beklentisi ters tepen emperyalistler, bu yeni süreçte de boş durmamışlar ve Uygulanan laikleşme ve anti-emperyalist uluslaşma politikalarına karşı en büyük tepki 1925’te Şeyh Said İsyanı ile baş göstermiştir.

--Bu islamcı temelli gerici isyanın bastırılmasından sonra tekke ve zaviyeler kapatılarak, tarikatlar ve medreseler yasaklanmıştır.

--Yeni kurulan Cumhuriyet için, dönemin yurtsever aydınlarının özlemi Atatürk tarafından böyle dillendirilmektedir.

--"'Uçurum kenarında yıkık bir ülke… Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar… Yıllarca süren savaş… Ondan sonra, içeride ve dışarıda saygıyla tanınan yeni vatan, yeni sosyete, yeni devlet ve bunları başarmak için aralıksız devrimler… İşte Türk genel devrimi"

--Bu çerçevede, 1926’da yeni Medeni ve Ceza Kanunları kabul edilir, Hicri takvimin yerine Miladi takvim; yapılan Harf Devrimi ile Arap harflerinin yerine Latin harfleri kullanılmaya başlanır.

--Devletin temel direği sayılacak, Laiklik ilkesi, 1937’de Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının değiştirilemez maddesi olarak kabul edilmiştir.

--Köy kanunu, kırsal kesimin kalkındırılması, başta şeker fabrikaları olmak üzere sanayi alt yapısını güçlendirme çabaları he yeni cumhuriyetin, çağdaş, laik ve gelişmiş bir toplum yaratma çabalarının temel taşları olmuştur.

--Ne yazık ki, demokrasi ve demokratikleşme çabaları, emperyalistler ve yerli işbirlikçileri ile sabote edilmiş ve halk dalkavukluğu ile yüzlerce yıl verilen çağdaşlaşma çabaları;

--Başbakan Adnan menderes'in "Siz isterseniz hilafeti bile geri getirebilirsiniz.1954" söylemine kadar vardırılmıştır.

--Ülkenin ulusal kaynaklarının talan edilmesine 24 Ocak 1980 kararları ile başlanmış ve gelinen noktada ne yerli bir fabrika, yol, sanayi tesisi, hava-deniz limanı;

--ne de her gün bir emperyal devletin ya da maşasının karşısında milli bir bir tabır kalmıştır.

--Bu sadece iktidarın tek başına getirdiği bir süreç değildir.

--Herkes şapkasını önüne koyup iyi düşünmelidir.

--İktidar için söylenecek söz kalmamıştır. Yol, niyet ve ilişkiler bellidir. Laf kalabalığına gerek yok.

--Ama artık sorun sizdedir. Yurttaş olarak, muhalefet partileri olarak.

--Televizyonlarda havanda su dövmek kolaydır. Bir süre sonra da eğitilip, "profesyonel" yapılıyor herkes zaten. Sen paradan haber ver.

--Anadolu'da bir laf vardır pek severim.

--"Acemi nalbant, gavur eşeğinde, öğrenir" diye.

--Ya herkes elini vicdanına koysun baksın, görsün, düşünsün.

--Mevcut iktidar, bu atasözüne uydu ve 19 yıldır yeterince nalbant yetiştirdi. Ama hiç kusura bakması muhalefet ise, işi laf kalabalığına ve şatafata alıp, günü gün etmekte.

--Parti üst yönetimlerine, yerel yönetimlerdeki üst düzey kadrolar bir bakın Allah rızası için, kaç CHP kadrosu olarak yetişmiş kişi vardır

--Yönetim, koyun gütme işi değildir. Bilgi, deneyim, ideoloji, strateji, bütçeleme, planlama ve hesap verilebilirlik gerektirir.

--"El, elin eşeğini türkü söyleyerek arar".

--Hafta sonu suzun pandemi tatili olunca, eksi bürokrat, üst düzey yönetici arkadaş ve dostlarım ile konuşunca, yarınlarda olacakları görmek, anlamak için fal bakmaya gerek yok.

--Her şeyden halk, yurttaşlar bu kadar şikayetçi ve her şey bu kadar şaibeli ve birbirinin içine girmişken, halka doğru mesajların verilmesi, halkın yeterli sayıda çoğunlukla umut sağlayamamasının sebebi tek başına iktidar mıdır acaba.

--Muhalefetteki bir çok kişi elbette ki doğru şeyler söylüyor ve yapıyor. Ama bu iş, türkü söyleyerek olmaz.

--Sol, sosyaldemokrat, aydın yetişmiş devlet deneyimi olanlar olmadan bu işin olmayacağını anlamak için neyi bekliyorsunuz ki?.

--Mustafa Kemal, Osmanlı Meclis-i Mebusan üyeleri ve o dönemde elini taşın altına koyanlar, yılların devlet deneyimi ile bu iş başardılar

--Bir çok kişi, keşke 1938 değil de bir on yıl daha olunsaydı, "ahlanmaları, vahlanmaları" boşa değil. Bu deneyim içindir

Yayın Tarihi
26.04.2021
Bu makale 1002 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!