Bizim Barak!

Aman bizim Barak Ellerini bilmezsin,

Mor çiçekler açılsın da sonra gör…

Aman yine gızlar gelinlere garışmış,

Hele birbirinden seçilsin de sonra gör… (*)

 

Sönen bir ışık, inen bir perde, önce yıkılıp sonra yakılan bir tezgâh ve çehresi değişen evler, yokolan bir kültür daha... Yine avuçlarımızdan kayıp giden bir geleneği anlatacağım, zamanın yırtıcı pençelerinde yok olmasından duyduğum korku ve insanlığımızı siper edebilme umuduyla.

 

Bu yazıyı kaleme almama neden olan geleneksel kültürümüzün evreni Akdeniz yaylalarının havası gibi sağlam, doğası gibi verimli insanların yaşadığı Yeşilbarak Köyü. Köy Antalya’nın kuzeybatısında kurulmuş olup Kaş'a 75, Gömbe'ye 10 ve Elmalı’ya 35 km. uzaklıktadır. Yumru Dağı’nın eteklerine uzanan köyü güneydoğusunda Karatepe, batısında Akdağ, güneydoğusunda Yayla Kılıçlı Köyü, güneyinde Gökdere ve güneybatısında Yayla Belenli Köyü çevreler. 500 hanede mevsimlere göre değişen 2500 kadar insanın yaşadığı köyün bir zamanlar yarısı kışın sahile göçerken bugün nüfusu; sürekli Yeşilbarak’ta oturanlar, yazı Yeşilbarak'ta kışı Boğazcık'ta (eski Sahilbarak) geçirenler ve kışları sera yapmak için Fethiye Kumluova’ya göç edenler olmak üzere üç bölümde sınıflandırılabilir. 7000 dolayında küçükbaş ve büyükbaş hayvan varlığı, buna paralel günümüzde büyük bölümü hayvansız, ıssız kalan geniş ve verimli meraları olan köyün bugün 5000 dönüm ekilebilir arazisinin büyük bölümünde meyvecilik yapılmaktadır.

 

İdari olarak Antalya'nın Kaş İlçesi'ne bağlı  olan köy halkının kökeninin, atayurtları Horasan şehri olup, bugün Güneydoğu Anadolu'da Gaziantep, Kilis ve Nizip çevresinde yaşayan Barak Türkmenleri olduğu ifade edilmektedir. Bilindiği gibi Baraklar 17. yüzyıla kadar Sivas’ın güneyinde Uzunyayla bölgesinde yaşayıp Osmanlı İmparatorluğu’nun 1691'deki zorunlu iskân politikasından dolayı birçok Türk boyu ile birlikte Güneydoğu Anadolu’ya yerleşmek zorunda kalan ve zamanla Türkiye'nin çeşitli yerlerine göç eden Türk Oymaklarıdır. Yeşilbarak Köyü’nün ne zaman kurulduğu konusunda kesin bir bilgi bulunmamakla birlikte nasıl yerleştikleri konusundaki en kuvvetli olasılık çevredeki birçok köy gibi atalarının sürdüğü göçebe yaşamdan sonra şimdiki köylerini yurt edinmiş olmalarıdır. Barak Türkmenleri’nin özgün kültüründe kendi adlarıyla anılan Barak Havaları önemli bir yer tutar. Bu uzunhavalarda yaşamlarına ait bütün bilgileri sözlü olarak sonraki kuşaklara ulaştırmış, Karacaoğlan, Dedemoğlu, Kılınçoğlu, Dadaloğlu ve Garip gibi güçlü ozanlar yetiştirmişlerdir.

 

 

Aman yine yeşil yeşil yaprak açar bağları,

Sisli durur yine yüce dağları, gelin dağları.

Aman yine bizim Barak Elleri’nin ağaları beyleri,

Acı kahve içirsin de sonra gör…

 

Gelelim “Bizim Barak”a… Salahiyeti Kaş’a verilse de Elmalı Ovası’nın birbirinden bereketli köylerinden biri olan Yeşilbarak Köyü bu zengin edebiyat ve yoğun bir göçebe kültürüne sahip bütün Barak Türkmenleri gibi benzersiz bir hazineye sahiptir ki onları yöredeki birçok köyden ayıran bu özgün uğraş; eşsiz Barak Kilimleridir. Bu kilimler, günlük yaşamın birçok alanını sarmalayan benzer değerli dokumalar ve bunların çevresinde oluşan dokumacılık geleneği bugün can çekişmektedir.

 

Çok değil bundan 20 yıl öncesine kadar her evde binlercesi dokunan Barak Kilimlerinin hammaddesi bu çetin coğrafyada yaylayıp bu bitek topraklardaki şifayı otlayan koyunların yünüdür. Yünler kırkımdan sonra yıkanıp eğirildikten sonra türlü renge boyanıp her biri birer gelinlik kız gibi süzeneceği (arzı endam edeceği) talipli tezgâhı beklemeye başlar, vakti gelince de anaç kadınların hünerli ellerinde hoyrat ve sağlam, genç kızların kınalı parmaklarında ürkek ve nazlı atılan ilmeklerle birer sanat eserine dönüşürler.

 

Atkısı da ve çözgüsü de saf yünden ilmek ilmek işlenen bu paha biçilmez kilimlerin motifleri ya onları düşleyip can veren (Türkmen, Eğriçıbık, vb.) ya da başka diyarlardan getirip bu geleneğe kazandıran kişilerin adları (Halilefendiler, Seyidiler, vb.) veya adlandırmalarıyla anılır. Kimisi de adını kaynanası ile kilim dokuyup kendine ait kısmı beceremeyen gelinde olduğu gibi (Gelinöldüren) yaşanan bir olaydan alır. Yani bir kişinin yaşadığı duygu veya yaşanmışlık toplumun ortak belleğine malolur.

 

 

 

Aman seni seven de sevmesini bilmemiş.

N’edim amman çok ağlamış da gözyaşını silmemiş…

Aman eller ne derse desin de benim bu gönlüm ölmemiş…

Aman ne çare, ne çare,

Taman sen güzelsin de seni seven biçare…(**)

 

Yelek desenli, Bışgılı yanışlı Barak Kilimleri, yatak odalarını “iki baştan muhip” (sevgili, eş) süsleyen Yol Kilimleri, kızların çeyizine konup yanındaki kalbin atışlarını duyarak toplu namaz kılınan Sarınamazlağalar, ölenlerimizi kutsayan kırmızı renkli Yelek Kilimleri, nişan heybeleri, Buturaklı, Dırnaklı paspaslar, Direkli, Eğriçıbıklı, Elmacıklı, adını motifi bir türlü bitiremeyen gelinden alan Gelinöldüren kenarsuları, Barmaklı, Akrepli, Eğmeşli Türkmen Halıları, renk renk Dolgulu, Çengelli, Tavıkbacağı, kültüre kaçak giren kendini beğenmiş “Yabancala Kilimler” onlardan sadece birkaçı.

 

Kilimlerin desenlerini oluşturan ilmeklerin sayısı yanışlarına göre değişir. Türkmen kilimlerinde birer alınan ilmek sarı namazlağalarda yerine göre ikişer, üçer alınır. Yünlerin boyanması da herkesin harcı değil, ehlinin işidir. Bu meşakkatli iş kökboya ile boyama geleneği batın olduktan sonra Kaş, Elmalı ve Fethiye köylerini Ağustos ayından Mart ayı sonuna kadar köy köy dolaşarak yün boyamacılığı yapan özel boyacılar eliyle yapılırmış. Tüccardan satın alınan boyaları karıştırarak farklı renk elde etme esasına dayanan bu yün boyama işi için iki tanesinde boyama bir tanesinde durulama yapılan su dolu üç kazan kullanılırmış.

 

1998 yılında bir kilo yünü 500 000 TL' ye boyayan boya ustaları satın aldıkları sarı, koyu sarı, mor, pembe ve gök mavisi hazır boyalardan yaptıkları “meslek sırrı” karışımlara belli oranlarda şap ve siyah boya da denen sülfürik asit ilavesi ve bir dizi kaynatma, soğutma işlemiyle portakal sarısı, kına sarısı, devetüyü, alev kırmızısı, fes kırmızısı (siyahımsı kırmızı), pembe, mor, gök mavisi, yeşil ve siyah renkler elde ederlermiş. (Örneğin: Fes kırmızısı elde etmek için al kırmızı suya nohut büyüklüğünde yeşil boya, çeyrek kaşık kadar mor ve çeyrek kaşık kadar pembe ve bir kaşık sarı boya ilave edilirmiş.) Ya da bazen bir rengi elde etmek için yün iplikler birkaç işlemden geçtikten sonra (tıpkı değerli alaşımlar ve madenler gibi) gerçek rengini alırmış.

 

En çok kullanılan renkler; kenarlarda; kırmızı, mavi, kızıl (turuncu), siyah, göbekte; sarı, mor, yeşil ve pembedir. Bazı renkler veya yünler de sadece bazı kilimlerde kullanılır. Mesela sadece büyük Yol Kilimlerinin atkısında kullanılan devetüyü başka kilimde kullanılmaz. Bu kilim genellikle çift dokunup ikisi birlikte, yanyana kullanılır. Kilimlerin ucu kesildikten sonra saçakları ikişer üçer alınan ipler burulup ara ara düğüm atılarak sonlandırılır.

 

 

Aman göz göz olmuş da gene sinemdeki yaralar.

N’edim amman, yıkılasıca Gâvur Dağları da seni benden aralar.

Ahhh aman geyme dedim de bugünlerde geydin garalar.

Aman ne çare, ne çare,

Taman sen güzelsin de seni seven biçare…

 

Koyunlarından kırkıp binbir zahmetle eğirdikleri, çile çile boyayıp yaşamlarını, sevdalarını, düşlerini ve endişelerini işledikleri bu özgün yaratıların ipleri başlangıçta doğal kökboyalarla boyanırken ilkin suni boyalarla yozlaşmış, sonra bu ehveni şer suni boyalı yün iplerin yerini şimdilerde orlon ipler almış.

 

Eskiden Yeşilbarak’ta bir sektör olan dokumacılık sadece köy halkının kendi ihtiyacı ya da satacağı kadardan ibaret olmayıp çevre köylere de hizmet verilir, başka köylerden yünü olup dokuyamayanlara yünün kilosuna göre el emeği karşılığı dokunurmuş.

 

Daha yakın zamanlara kadar han evlerin yakışağı, genç kızların göz ışığı, çeyizlerin baş döşeği, insanların el harçlığı olan bu kilimler çok değil 15 – 20 yıl öncesine kadar köyün % 90’ı tarafından dokunurken bu uğraşın yerini hayvancılığın azalması ile birlikte bugünlerde elmacılık ve seralar, evlerdeki kilimlerin yerini de orlon halılar almış, dokuyanların oranı dokumayanlarla yer değiştirmiştir. Eskiden yalnız kendi köylerinde değil bütün Elmalı Ovası’nda namlı Barak Kilimleri turistlerin de yoğun rağbet ettiği bir el sanatı ürünü, köyün en verimli geçim kaynağı iken bugün bu köye Allah vergisi uğraş tıpkı onları yaratan insanlar gibi zamanın derin uçurumlarında savrulmak üzeredir.

 

 

 

Kaf’tan Kaf’a hükmederdi bir zaman,

Davut oğlu Sultan Süleyman öldü…

Omuzuyla Kaf Dağı’nı kaldıran.

Hamza gibi kahraman Pehlivan öldü… (***)

 

Şimdi Gelin Öldüren’den Tavukcırnağı’na, Dırnaklı’dan Deveboynu’na yaşamı anlatan bu eşsiz kilimler gözlerde birer özlem, yüreklerde bin ah ile hatıralara dönüşmekte, renkleri, desenleri, günlük yaşamdaki yeri ve geleneği ile tarihimizin Barak Kilimleri sayfası kapanmak üzeredir. 

 

Gelinlik kızları, taze anaları artık dokuyamadıkları motifler değil zehirli tarım ilaçları ve seralarda kullandıkları hormon öldürmektedir. Kilimlerin renklerini ve yanışlarını imrendiren kınalı parmakları şimdi domateslerin karayeşil kiri işgal etmekte, o sihirli ilmekleri atan, renklerin coşkusunu yanışların dansına çeviren mucize eller sabahın ölgün ışıkları ile seralarda erimektedir. Bir zamanların koyun yününden dokunan, soğan kabuğu renkli, çam kokulu düş kilimleri aşkla ve çocuk cıvıltıları ile şakıyan şen ocakları donatacakken plastik poşetlerle tıkıldıkları yüklük karanlıklarında ortak bilincimiz ve geleceğimiz gibi çürümektedirler. 

 

 

Hani ya bu dünya benim diyenler?

Milyonunan altınları sayanlar?

Heç görülmez adam eti yiyenler,

Goca devler öldü, Şahmaran öldü…

 

Bu evladiyelik kilimlerin binasını yapan kara gözlü koyunları güden delikanlılar kahve köşelerinde paslanan zamanı attıkları okey taşları ile galip gelmeye çalışırcasına tüketirken tükenmekteler. Zamanın behrinde, şimdilerde çivisi çıkmış dünyanın sarı yaylalarında yaylayıp, helalinden kazandıkları kıt lokmaları binbir şükürle çoğaltan bugünün yaşlıları belki de cenazelerinin Barak Kilimi ile uğurlanan son nesil olacağını bilmeden ilahi bir teslimiyetle vakit tamamlamaktalar.

 

 

 

Günden güne boyalı iplikler tezgâhlardan, binbir desende namlı kilimler sandıklardan, bu sıcacık yünlerle donanan koyunlar yaylalardan birer birer uzaklaşıyor. Yünler kilimler gibi günden güne azalıp gittikçe hayal olan koyunların sırtında, boyalı iplikler sandıklarda tezgâhları düşlerken solup gidiyor. Hepsiyle beraber umut da, tutku da, sabır da, inanç da…

 

 

Kalsa bu dünya Muhammed’e kalırdı,

Can satın alsaydı Nemrut alırdı,

Çıkmayan canlara derman bulurdu

Hekimler hekimi Lokman da öldü…

 

Böyle giderse bu benzersiz kültür de benzeri birçok değerlerimiz gibi anılarımızda bile solacak. Kurtuluşu sihirli bir elden bekleyen bütün boşvermişler olarak bizi kavurmadan elimizi bu yangına uzatmalıyız. Buna çare olarak benim kıt aklıma ilk gelen köyde kurulacak bir kooperatif ile üretim ateşinin yeniden yakılıp alevlendirilmesidir. Tabi bunun için de öncelikle doğanın bozulmaması, hayvancılığın bitmemesi, insanların kendi emeği ile kazanmanın kutsallığını yeniden anlaması gerekiyor. Bunları olmazlayan herşey umudumuzun, çocuklarımızın, geleceğimizin düşmanıdır.

 

Hepimiz bilmeliyiz ki; Anadolu’nun sürmeli koyunlarından başka hiçbir varlıktan bunca büyülü kilim, yazgı (dokuma) olmaz, olsa da sevdayı anlatmaz, anlatamaz. Ne varsa yine kendimizde var. Bizim ateş bizi yakmadan, yağımız, unumuz, şekerimiz varken o ateşte helvamızı karıp birlikte yemekten başka çaremiz yoktur. İlmeklerimizi birleştirip kardeşçe geleceğe yürümek varken atalarımızın yüzyıllardır emek emek, ilmek ilmek dokuduğu “Anadolu Kilimi”mize “yabancala” motifler girdikçe, doğamıza, değerlerimize ve birbirimize sırtımızı döndükçe Cemal SÜREYA’nın dediği gibi; “bizi tanrılar bile kurtaramaz”…

 

                                                              Teşekkür:

 

-            Bu araştırmayı yapmamda büyük yardımını gördüğüm, bölgede çekilen “Nefes”

      filminde de rol alan, genç yürekli ve yurtsever bir Barak genci olan  

      Yeşilbarak Köyü Muhtarı - Recep KISAOĞLU’na,

 

-            Kaynak kişilerim Sayın Nahide - Osman KISAOĞLU, Şerife LEVENT, Saliha -

      Şakir  YUMRUTAŞ, Dursade AKCA, Hatice ÖZER ve Saliha GÖKÇE’ye sonsuz

      teşekkürler.

 

Yararlanılan Kaynaklar;

 

(*) (**)(***) Barak Havaları

(Toprağın bol olsun Halit ARAPOĞLU, Teşekkürler Sabahat AKKİRAZ)

http://www.nizip.com/showthread.php?t=3162

 

 

Yayın Tarihi
22.11.2010
Bu makale 19770 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
Birbirinden güzel yazılarınızdan birinin daha yazmışsınız.elinize kaleminize sağlık.

Ramazan TATLI 01.12.2010

öznur abla, beni hatırladınız mı bilmiyorum Türk halk bilimi bölümünde okuyor ve yazılarınızı takip ediyorum. arkadaşlarıma sizin yazılarınızdan bahsettim şu anda sanırım 10 yakın arkadaşım sizin yazılarınızdan yararlanıyor.:) eğer ilerde halk bilimci olabilrsek devlet bizi işe alırsa sizler gibi makaleler yazmak çok isteriz.acaba halk hekimliği ile ilgi yazılarınız varmı, sizden örnek almak istiyoruz.. saygılarımı sunuyoruz tüm sınıfca.. mete:)))

mete TANDOĞAÇ 27.11.2010

Merhaba; Ben emekli elsanatları öğretmeniyim;bir zamanlar Afyon Banaz yöresinde kilimcilik konusunda çalışmalar yapmıştım.Yazınızı okuyunca geçmişi anımsadım,çok keyifli buldum.Tüm çalışmalarınızda başarılar dilerim,sevgiyle kalın...gülden..

gülden bozca 25.11.2010

Öznur Hanım, Yine güzel bir yazıyla önemli bir konuyu anlatmışsınız. Elinize, yüreğinize sağlık. Yazıdaki 2. sıra fotoğrafların ilkinde yer alan kırmızı göbekli kilim yanışlarını ilk kez görüyorum. Bunlar klasik Anadolu tanrı ve tanrıçalarını simgeleyen geometrik motiflerden apayrı. Barakların geliş yolları olan Orta ve Batı Asya kökenli gibi. Yalnız bunlar bile araştırma yapan akademik bir kurumu uğraştıracak denli zengin. Kutluyorum sizi.

Turan Ali Çağlar 23.11.2010

Ben de ege yörüklerindenim. Barak Kilimi ile ilgili güzel özellikler öğrendim. Yazıyı okurken Antalyadaki evimden 40 yıl önceki köyüme gittim geldim.Teşekkürler eline sağlık Öznur Hanım Süleyman Gönülkırmaz

SÜLEYMAN GÖNÜLKIRMAZ 22.11.2010

öznur hanim sag olun yaziyi ve resimleri görünce kendi köyümün 50 yil öncesini hatirladim. hala bu köylerin bu tarihi mirasi korumalari bizim icin büyük bir nimettir onlara sahip cikip yasatmak dahada önemli siz bunu cok güzel vurguladiniz cok tesekkür ederim. calismalarinizda basasrilar dilerim .

mosaik 22.11.2010

Öznur hanım, yine deldiniz yufka bağrımı taa derinden, kaybolan veya kaybolmaya yüz tutmuş tüm değerlerimizin ardından yas tutan bir yüreği taşımanın ağırlığında ezilen bir insan olarak,yazdıklarınızın içinde kendimi yaşıyor gibi hissetmek çok başka bir duygu,sanırım daha önce de yazdım,görev gereği gittiğim her yerde başka yaban ellerde,gözlemlediğim;" değerlerine sahip çıkan ülkeler çok ileride..." bu anlamda, çözüm önerilerinizin içinde ırgat olmaya bile varım. selam ve saygılarımla.

Mehmet Keza KUNDAKÇI 22.11.2010

Kültür şubesinden mesai arakadaşım Öznur hanım Benim yöremi benim kültürümü, Atalarımmın yadigarı barak kilimini yeniden dile getirip o GÜZEL YAZILARINLA topluma sunduğun için ayrıca teşeKkür eder Halen dinlenen barak değişlerinle yazına güzellik katman BENİ DAHADA MUTLU ETTİ sevgilerimle nice güzel yazılarınla buluşma dileği ile

mustafa ÖZER 22.11.2010

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!