DUAYEN

Bir Söyleşi Üzerine

Geçen Pazar günü CNN kanalında Sayın Ahmet Hakan Cumhurbaşkanı sözcüsü Sayın Prof. Dr. İbrahim Kalın ile bir söyleşi yaptı. Konu Sayın Kalın’ nın “Batının bize dayattığı hikâyeden vazgeçip kendi hikâyemizi kendimiz yazmalıyız” sözünden kaynaklanıyordu. Sayın Kalın çok iyi eğitim almış bilgili bir entelektüel. Doğrusu söyleşiden büyük keyif aldığımı ve faydalandığımı söylemeliyim. Türkçenin zengin bir dil olmadığı, 1. Ve 2. Dünya savaşlarının birer facia olduğu, vahşi kapitalizmin ve sömürgeciliğin ne kadar acımasız ve zalim olduğu, dünyanın çok eksenli bir küreselleşmeye girdiği, İslamiyet’in adalete ne kadar önem verdiği, Marks, sosyalizm anlatıldı (Sosyal demokrasi nedense yoktu).  Bence hepsi de doğru ve haklı tespitlerdi.

Bir yanlış iki doğru götürür mü? Bilmiyorum ama oldukça fazla yanlışlar da vardı. Eleştirilerime Rablais’ nin bir sözü ile başlamak istiyorum: “Bilinçsiz ilim ruhun iflasıdır”. (Bilinç genel olarak, insanda farkındalığın, duygunun, algının ve bilginin merkezi olarak kabul edilen yetidir.)

  • İyi bildiğimi zannettiğim iki konu ile başlayacağım. Sayın Kalın; sanki yüksek binaları Avrupalılar dayatmış gibi,  alçak yapılaşmanın ne kadar güzel olduğunu ve Sayın Cumhurbaşkanımızın da bunu şiddetle savunduğunu söyledi. Halbuki Tayip Bey İstanbul’a bu yüksek binaları yapmakla ne kadar çok ihanet ettiklerini kendi ağzı ile itiraf etmişti. Bu davranış bilinçli bir insanın davranışı değildir. Bu konuları iyi bilmediklerinin de bir nişanesidir. Çünkü şehircilikte Yüksek-alçak yapı diye bir kavram yoktur. Yoğunluk hesabına göre ve gerektiğinde yüksek de alçak da yapı yapılır. Ama bilgisizlikleri ile Türkiye’yi çirkinleştirdikleri doğrudur. Sayın Kalın eski Kastomonu hükümet konağının ne kadar güzel olduğunu hâlbuki yine Avrupa’nın baskısı ile günümüzde yapılan modern binaların ne kadar çirkin olduğunu belirtti. Mimar Vedat Tek tarafından Osmanlının son döneminde yapılan bu yapı neoklasik bir üsluba sahiptir. Dünyada yaklaşık 30 kadar mimari üslup yaşanmıştır. Bütün üsluplar zamanı gelince sonlanmış yerini yeni bir üsluba bırakmıştır. Her yeni gelen o zaman için daha modern olmuştur. Bu hiçbir zaman geri gitmemiştir. Asırlar önceki bu güzel yapıları kopyalayıp saray, cami, kamu binası yapmak sadece bizde var. Hiçbir mimari ve sanatsal değeri olmayan bu yapılar cahil ve ilkel bir düşüncenin ürünü olarak anılacaktır. Bu o yapılara da bir saygısızlıktır. . Modernliği anlamak ve kabul etmek çok zor bir iştir. Modern olmadan da ilerlemeyi sağlamak mümkün değil. Bu durağan düşünen insanların neden Atatürk’e düşman olduklarını bir örnekle anlatmak istiyorum. Cumhuriyetin ilk yıllarında mimar Vedat Bey ve İtalyan Prof. Mongeri Güzel Sanatlar Akademisinin mimarlık bölümünde hocalar. Avrupa çoktan modern mimari uygularken bu iki hocamız neoklasik eğitim veriyor. Atatürk bir gece bu değerli iki mimarı görevden alıyor ve yerine; Modern mimarinin kuramcılarından olan, Bruno Taut’ u göreve getiriyor. Bruno Taut ülkemizde sadece modern yapılar yapmakla kalmıyor çağdaş düşüncede hocalar yetişmesine de vesile oluyor. Bu gün Türkiye’ de biraz modern mimari anlayışı varsa sebebi bu olaydır. Modernite; Mimar Ekrem Hakkı Ayverdi’ nin Corbusier için söylediği gibi, bir afyonkeşlik değil çağa sosyolojik ve fiziksel yönde rasyonel çözüm üreten eskiyi reddeden bir davranıştır. Her yeni şey; eskiden öğrendikleri ile, modern olmak zorunluluğundadır.
  • Sayın Kalın yine Cumhuriyetin ilk yıllarında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından çıkartılan “Dünya Klasikleri” serisini bir batı baskısı olarak görüyor. Bu kitapların; Hasan Ali Yücelin yazdığı, önsözünü okumanızı tavsiye ederim. Bizim gençliğimiz bu kitapları ve Varlık Yayınlarını okumakla geçti. Dünyada ne olup bitiyor, kimler neler söylüyor bilmeden bilim ve sanat yapabilir misiniz? Tabii bunları okumak Yunus Emreleri, Karacaoğlanları bilmemek ve sevmemek anlamına gelmez. Bu içe kapanıklık; Rönesans’ı es geçtiği için, Osmanlının sonunu getirmiştir. Eğer Türkiye iki Nobel almışsa bunu Cumhuriyete borçludur. Bunu çok iyi idrak eden Aziz Sancar, onun için ödülünü Atatürk’e armağan etmiştir. Dünya klasikleri okunmasaydı, Konservatuar, güzel sanatlar kurulmasaydı Türkiye bugünden beş on basamak geride olmak üzere gene var olurdu.
  • Yüz binlerce insanın ölümüne sebep olan birinci ve ikinci dünya savaşlarının sebebini Rönesans’a ve Hümanizme bağlamak herhalde büyük bir safdillik olur diye düşünüyorum. Bunu söylemek için insanı hiç tanımamak lazım. İnsanın hırs, kin, nefret, tahakküm gibi egoları onu yoldan çıkarabilmektedir. Dinler de öyle değil mi? Bütün dinlerde insan öldürmek büyük günah olduğu halde Hıristiyanlar yüzlerce yıl birbirleriyle çarpışmışlardır. Müslümanlar ise Peygamberin torunlarını öldürmüş hala çatışmaya devam ediyorlar. Demek ki doğru ve iyiler devamlı olmakla beraber insanların egoları nedeniyle her zaman uygulanamıyor. Sayın Kalın yukarıdaki savın Andre Gide tarafından söylendiğini ve 19. Asırda meydana çıkan Varaoluşçuluk (egzistansialism)  akımına neden olduğunu belirtti. Bu tamamen ayrı bir tartışma konusu. Yalnız şunu söylemeliyim ki Varoluşçuluk hümanizmi (insanın yüceliğini ve insanlık sevgisini en yüce amaç bilen, insanın aklına ve insanlığa inanan ve insanı her şeyin ölçüsü olarak alan öğreti.) değişik yorumlayan ama ona aykırı olmayan, insanın kendi değerlerini kendi yarattığını savunan bir akımdır.
  • Dil bence en önemli konumuz. Dil bir milleti belirleyen başat unsurdur. Zengin gibi gözüken ama üç dilin karışımından meydana gelen Osmanlıca tam bir kaostu. Çünkü Türkçe Arapça ve Farsçanın yapıları ve gramerleri tamamen farklı idi. Zaten halk bu dili anlamıyor ve kullanmıyordu. Anadolu Yunus Emre’ nin dilini konuşuyor ve anlıyordu. Cumhuriyetin yapmak istediği de işte tam bu dili geliştirmekti. Hem Yunus Emre’ nin dilini övmek hem de zengin diye Osmanlıcayı özlemek büyük bir çelişki diye düşünüyorum. Yeni kelimeler bulunmasında hatalar ve abartılar olmuştur. Ancak seçilen yol doğrudur ve devam edilmelidir. Türkçe gelişmeye müsait ve dünya dili olmaya namzet bir dildir.
  • Ne kadar çok eksen olursa olsun bir tane ana aks vardır. Bu da bana göre Avrupa Medeniyetidir. Çünkü Avrupa en çok bilim, sanat adamı filozoflar yetiştirmiş bir coğrafyadır. Akıl ve düşüncenin membaıdır. Çin’den, Japonya’dan, Rusya’dan binlerce gencin neden okumak için Avrupa’ya ve ABD ye gittiğini sanıyorsunuz? Eskiden ve bu gün pek çok kimse Avrupa’dan sadece teknolojiyi almayı ama kendi örf ve adetlerini kullanmayı yeğliyorlardı.

Düşünce ve teknolojinin bir bütün olduğu, sade teknoloji almakla bu işin başarılamayacağı da anlaşıldı.  Genelde düşünce denince Hıristiyanlık anlaşılıyor. Hâlbuki tam tersi Özgürlük, Akıl, Doğa ve insan sevgisi ve hakları, adalet duygusu anlaşılmalı.

Bu önemli söyleşiyi internetten dinleyebilirsiniz. O zaman bu eleştiri daha da anlam kazanacaktır. Bütün söyleşilerinde şahin olan Ahmet Hakan’ nın bu söyleşide ne kadar kuzu gibi olduğunu da göreceksiniz.

Yayın Tarihi
17.08.2020
Bu makale 1067 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!