Binlerce yıllık giz: Bezirgan Zahire Ambarları

 


 Resim 1 - Kaş ve Kalkan Haritasında Bezirgân Köyü
                                                                                       

Bu yazıda Batı Akdeniz’de sıkça rastlanan tahıl ambarlarının en çok sayıda ve topluca bulunduğu tek yer olan bir köye gideceğiz. Bu köy: 13.yüzyıl tasavvuf geleneğinin temsilcilerinden Abdal Musa'nın ilk tekkesini kurduğu Kaş'ın Bezirgân Yaylası. Bezirgân, yaz(y)lağı ve kışlağı olması, bu nedenle dört mevsimi sıkıntısız karşılaması ve yaşaması bakımından ayrıcalıklı bir köy. Köy muhtarlığının verilerine göre köyün asıl yerleşim yeri 7000 dönümlük düz bir arazi üzerinde yer almaktadır. Bu sürekli ve yazlık yerleşimden başka köy Gedikler Ardı denen mevkiden başlayarak denize kadar uzanan Sahil Kaputaş, Yayla Kaputaş, Ekizce, Alanışık Gediği, Sarıç gibi yerler, Kalkan sahilinde yer alan ve kışlak olarak kullanılan Ordu, Ulugöl, Sarıçbaşı, Köydere ve Çukurca adlı büyük mahallelerle birlikte toplam 33.000 hektar arazi üzerine kurulmuştur.

           

                       Resim 2 - Bezirgân Köyü Genel Görünüm

2000 yılı genel nüfus sayımı verilerine göre köyün nüfusu 560'ı erkek, 624'ü kadın olmak üzere 1.184'tür. Köylülerce 700-800 seçmeni olduğu beyan edilmiştir. Kalkan'daki Belediye Başkanlığı seçimlerini etkileyen bir o kadar Bezirgân seçmeni de Kalkan'da yaşamaktadır. Bunlarla birlikte Bezirgân'lı seçmen sayısı 1500-1600'ü bulmaktadır.

Geçim kaynaklarını kışlakta kuru tarım, hayvancılık, sahilde zeytincilik, az oranda üzüm ve elma üreticiliği ile büyük oranda turizm oluşturmaktadır. Tarımda arpa, buğday, susam, fiğ, burçak, ayva, elma, üzüm, incir ve badem yetiştirilmektedir. Bu ürünlerden elma ve üzüm dışındakiler kendi ihtiyaçları kadar yetiştirilir. Üzüm ise şarap yapılmak üzere fabrikalara gönderilir.

Herkesin kendine yetecek kadar zeytinliği vardır, ihtiyaç fazlası da toplanarak satılır ya da fabrikaya gönderilir. Zeytin bitkisinin köye "Sığırcık Kuşları" tarafından getirildiğine inanılmaktadır. Hayvancılık da kendi ihtiyaçlarını karşılayacak düzeydedir. Köyde iki adet besi çiftliği de bulunmaktadır.

1974 yılında köyde 6 kahve 2 yazlık sinema varmış. Sinemaları dolduran 500-600'er kişi oturacak yer bulunmazmış. Panayırlar kurulur, güreşler yapılırmış. 1980'den sonra başlayan işsizlik ile dışarıya göç başlamış ve orta yaştaki köylülerin büyük bir bölümü Antalya'ya göçmüş. Köy sakinlerinden Derviş KARADENİZ tarafından çoğu Antalya'da Kepez'de bulunan gecekondu yerleşmelerinde olmak üzere 300–400 hane Bezirgânlı bulunduğu bildirilmiştir. Bunun yanında aynı yıllarda patlayan turizm sektöründe çalışmak üzere genç nüfusun neredeyse tamamı da Kalkan'a taşınınca köyde yalnızca yaşlılar kalmış. Kış aylarında köyde 15 kişinin yaşadığı nüfusun büyük çoğunluğunun Kalkan'da bulunan kışlaklarında oldukları, Mayıs ayından itibaren yaşanan geri göç ile nüfus normal seviyesine ulaşmaktadır.

Köyde okul vardır ancak taşımalı eğitim sistemine geçildikten sonra öğrenim öğrencilerin Sarıbelen Köyü'ne gidip gelmesi suretiyle, yani taşımalı sistemle yapılmaktadır. Okuma oranının %100 olduğu, doktor, asker, öğretmen gibi meslek kollarında çalışan birçok insanın yetiştiği, en son okuma yazma bilmeyen orta yaştaki insanların da Milli Eğitim Bakanlığı'nın açtığı okuma yazma seferberliği ile cehalete veda ettiği ifade edilmektedir.

Köyde 10 yıl önce yapılmasına karşılık sağlık görevlisi atanmayan sağlık ocağına araştırmanın yapıldığı tarihlerde bir ebe atanmış ancak şimdiye kadar olmayan su şebekesi döşeme işlerini yapan işçilere misafirhane olarak tahsis edildiği için köyde sağlık olanağı bir süre daha ertelenmişti. Bu tarihe kadar köyde su ihtiyacı hemen her evin önünde bulunan kuyulardan karşılanmaya çalışılmış. Ancak son 15 yılda iki katına çıkan, günden güne de artan kanser vakalarının yanlış beslenme alışkanlıkları dışında kuyu sularının %100 mikroplu çıkmasından kaynaklandığının anlaşılması su şebekesini zorunlu kılmıştır. Köy halkının ve muhtarlığın başvurusu üzerine Antalya Valiliği, Antalya Özel İdaresi ve kaymakamlığın maddi yardımları ile şebeke döşenmeye başlanmış.

Yine aynı tarihlerde köyde ruhsat verilen bir taş ocağı yürütülen yoğun karşı çabalar sonucunda iptal edilmiştir. Daha önce karayolları tarafından köy yakınında yapılan 6 aylık yol çalışması sırasında patlatılan dinamitlerin şiddetiyle evlerinin duvarları çatlamış, yeraltı suları da çekilmiş. Taşocağının kurulacağı Tekke mevkiinin Likya Orkidesi, çançiçeği ve kuşkonmaz gibi Anadolu'nun yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olan endemik bitki türlerinin birçoğunun, yine soyu tükenme tehdidi altında olan tilki, yaban geyiği, yabandomuzu, tavşan, keklik gibi hayvanların yaşam alanı olduğu, taşocağının işletilmesi ile onların yaşamına son verileceği, ayrıca bu bölgede çok sayıda arkeolojik eser ve lahit bulunduğu belirtilmiştir.

Köyün bir camisi ve bir Kuran kursu vardır ve çevre köylerden gelen 16 öğrenci bu kursta dini eğitim almaktadır.

Köyde geleneksel aile yapısı korunmakla birlikte erkekler tarafından yabancılarla evlenme de görülmektedir. Köy içinde yabancı ile evli bir kişi varken bu sayı Kalkan ve çevre köylerde 10 civarındadır. Türkiye'nin başka illerinden ve yurtdışından gelip yerleşenler de yaşamaktadır Bezirgân'da. Bunların büyük çoğunluğunun Bezirgân'ı seçme sebebi Kalkan'da turizm sektöründe hizmet eden işyerlerinin olmasına bağlanmaktadır. Ayrıca Bezirgân'ın sedir ormanları ile denizin kucaklaşmasından oluşan bol oksijenli havasının astım, bronşit bazı hastalıkları sağaltıcı bir etkisi olduğuna da inanılmaktadır.

1975–1980 yıllarında köyde marangozluk ve ambarcılık dışında semercilik, ayakkabıcılık, kalaycılık, demircilik gibi zanaatlar ve zanaatçıları varmış. Ancak köy halkının göçebe olması, yaz kış sürekli yer değiştirmeleri, bu tarihten sonra köy halkının büyük çoğunluğunun turizm sektöründe çalışması, geleneğin teknolojiye yenik düşmesi gibi nedenlerle zanaatlarını yaşatamamışlar.

Bunlar gibi yaşatılamayan geleneklerden biri de makineleşmenin olmadığı zamanlarda uygulanan imece usulü yardımlaşmadır. İşini kendi tamamlayamayan kişi imece çağrısı yapar gönüllü olanlar gelip işi kısa zamanda bitirirlerdi. Bu emeğin karşılığında imece sahibi bir küçük veya büyükbaş hayvan keserek onlara ziyafet vererek bir anlamda ödüllendirirdi.

Köyde 1986 yılında elektriğin gelmesinden sonra 1988'de kurulmuş bir değirmen bulunmaktadır. Ondan önce eşeklerle İslamlar gibi yakın köylerde bulunan su değirmenlerine giderlermiş.

Köye gelen çerçi, tüccar vb. konuklar köy halkı tarafından ortaklaşa yaşatılan köy odasında ağırlanırmış. Köyde Yunanistan'a bağlı Meis Adası'na yakınlığı nedeniyle yaşanmış birçok korsan, zeybek, efe ve kaçakçılık öyküsü anlatılmaktadır. 1930'larda Kaş ve Kalkan ile köylerinden topladıkları horoz, tavuk, zeytinyağı gibi gıdaları Meis Adası'na götürüp karşılığında kahve getirirmiş kaçakçılar. Bugün Meis Adası'nda yaşayan halk ülkemize serbestçe girip alışveriş yapmakta ve ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Ancak Türkler Yunanistan'ın kendilerine uyguladığı vize nedeniyle Meis ve başka Yunan adalarına geçemezler. Buna karşın iki halk iletişim kurulabildikleri oranda insanca ilişkiler sürdürmektedirler.

Köyün tarihçesi hakkında kesin bilgilere ulaşılamamakla birlikte Orta Asya'dan göçebelik yoluyla geldikleri inancı yaygındır. Köyün adını Kaş Limanı'na yakınlığı, ihracata uygun yerleşimi ve yayla ile sahil arasındaki ticari hayat için bir köprü vazifesi görmesi nedeniyle aldığı sanılıyor. O zamanlar Elmalı, Korkuteli gibi yayla yerleşmelerde üretilen bütün mahsul, kereste ve dokuma ürünlerinin değeri için belirleyici bir konumda olmasından dolayı "Pazaryeri" anlamına gelen "Bezirgân" adı verildiği düşünülüyor.

Antik çağda Dalyan'dan başlayarak Antalya yakınındaki Phaselis 'i içine alan, bugün Anadolu'da adı Teke Yarımadası olarak geçen bölgede, " Işık Ülkesi " Lykıa'da yer alan köyün adının 3 bin yıllık eski bir ticaret yolu "Likya Yolu" üzerinde yer alması da adı hakkında bir ipucu vermektedir.

"Evlerimizi mezar yaptık,

Mezarlarımızı ev

Yıkıldı evlerimiz

Yağmalandı mezarlarımız

Dağların doruğuna çıktık,

Toprağın altına girdik

Suların altında kaldık,

Gelip buldular bizi

Bozdular birliğimizi

Altüst ettiler bizi

Yakıp yıktılar

Yağmaladılar bizi

Biz ki analarımızın, kadınlarımızın ve ölülerimizin uğruna

Biz ki onurumuz ve özgürlüğümüz uğruna

Toplu ölümleri yeğleyen

Bu toprağın insanları

Bir ateş bıraktık

Hiç sönmeyen ve sönmeyecek olan..." Alıntı: www.likyatatil.com sitesinden (Şiir şairi belli olmayan bir Azra ERHAT çevirisidir.)

Antik dünyanın gizemleriyle doğanın bütünleştiği bu bölgede Likya anıt mezarları bugün ahşap şeklinde ve başka bir fonksiyonla zahire ambarlarında yaşamaktadır.

Gelidonya Burnu, Andriake (Çayağzı) Limanı, Gökkaya Koyu, Kekova Adası, Kale (Simena), Üçağız (Teimioussa) ve Sıçak Yarımadası... MÖ 3000 yıllarına uzanan tarihleriyle Anadolu'nun en eski halklarından olan ve özgürlüklerine düşkünlükleriyle ünlenen Likyalıların yerleşim birimleri… Bölgedeki hemen tüm köylerde rastlanan ve çivi kullanılmadan tahtaların birbirine geçme tekniğiyle yapılan, Likya mezarları formundaki 'tahıl ambarları', geçmişin günümüze ulaştırdığı tarihi simgeler olarak çıkıyor karşımıza. (Alıntı: Ersin DEMİREL THY SKYLİFE DERGİSİ Mayıs 2005)

Biraz daha güneye gidildiğinde antik kent Andriake'nin yakınlarında Roma döneminden kalma Hadrian tahıl ambarları görülür. Büyük olasılıkla Andriake Patara ile birlikte Roma'da kullanılmak üzere tahılları depolamak için bu tarz yapılar kullanan tek ticaret şehriydi. Andrakos nehrinin ağzında yer alan Andriake Myra'nın limanıydı. MS 61'de Hz. İsa'nın havarilerinden Aziz Paul'ü Roma'ya götüren gemi fırtınanın dinmesini beklemek için bu limana demirlemiştir. Nehrin güçlü akıntısı Bizans dönemine kadar limanın alüvyonla kaplanmasını uzun süre engellemiştir. (Alıntı:www. dragomanturkey.com/tr/mixedtours/medbeauty.htm sitesinden.)

Bu ambarlar Evliya Çelebi'nin seyahatnamesinde de var. Kendileri Finike'yi anlatıyor aslında...

“Adı geçen Finike Kalesi Teke Eyaletin de Paşa mülküdür. Ordu komutanı ve Subaşısı vardır. (Birilerinin Subaşı soyadı buradan mı geliyor?) Amma idare yeri ve idarecisi ve Müftüsü Elmalı şehrindedir. Kapladığı alan malumum değildir. İçinde bir cami ve komutan ve asker evleri ve buğday ambarları vardır. Alçak bir demir kapısı vardır. Hepsi toprak örtülü üç yüz evdir. Çarşı içinde camisi cemaati kesireye maliktir. Ve buna yakın kasabada Abdal Musa Sultan'ın bir hasta bakım yeri vardır. Fakat bir vakfı olmadığı halde fukarası (Fakiri) azdır. Bunun bahçesi içinde (Nazar Dede) gömülüdür.” (Alıntı: 22.10.2006 tarihli Akşam Gazetesi'nde yayınlanan yazanı belli olmayan makale)

 

                 Resim - Ambarlar

Bezirgân zahire ambarları Likya tipi mezar anıtından (Lahit) esinlenilerek ahşaptan yapılmıştır. Bezirgân'da ambar yapımı işi bir önceki kuşakta Esat ve Ömer ustalar tarafından yapılırmış. Ancak yaklaşık 40 yıldır Mehmet OK ve 10-15 yıldır da oğlu Muhsin OK tarafından yapılıyor. Usta bu ambar yapım işine 25 yaşlarında başlamış. O zamana kadar çiftçi olup şimşir ellik, düven gibi küçük ağaç işleri yapıyorken tarım işlerini diğer 8 kardeşine bırakıp bu yaştan sonra hızar alarak marangozluğa başlamış.

Eski ustalar ambar kerestelerini genç Mehmet Usta'nın hızarında biçtirip montajını kendileri yapıyorlarmış. Şu anda köyde ambar yapımı işi olmadığı için marangozlar sadece doğrama yapmaktadır. Ambar yapımında kullanılan sedir ve katran ağaçları Orman Dairesi'nce tespit edilerek ihtiyacı olanlara ihtiyacına göre ( kümeslik, ambarlık, ev kerestesi şeklinde ) ve düşük bir bedel karşılığı verilirken bugün kereste yalnızca tüccarlardan ve yüksek bedel karşılığı temin edilebilmektedir.

Ambar için seçilen alanda önce 30 - 40 cm derinliğinde bir temel kazılarak buraya bir dikdörtgen alan oluşturacak şekilde dört adet kalas ve o dikdörtgenin ortasına bir uçtan bir uca çapraz olarak uzatılan bir denge kalası yerleştirilir. Bu denge kalası kerestenin fazla olması durumunda 3 tane de atılabilir ve bu dayanıklılığı arttırır. 2'şer metrelik 8 tane de kalas da dikine atılır. Bu dikine kalasların üstüne yine kenişlenmiş ( oluk açılmış ) 4 tane kalas daha geçirilir. Bundan sonra içinin bölmeleri ve çatısı yapılarak ambar tamamlanır.

Ambar için kullanılacak ahşap kalaslar hızar makinesindeki planyaya takılan "Keniş" dedikleri bir aygıtla şekillendirilmektedir. Bu kenişle oyulan ve alt döşemede kullanılan 15 x10 ebadında uzun kalasların yatay olarak uzatılarak bu oluğa aynı ebattaki kalasların dikey olarak oturtulması yöntemiyle oluşturulur. Ambar sahibinin ekonomik gücüne, elinde bulunan kereste olanağına ya da beğenisine göre kalasın ebadı 20 cm'ye kadar büyütülebilir. Bu oyuğu açan aygıt gibi oyuklara da "Keniş" denmektedir. Bu kenişlerin genişliği genellikle 1 cm.dir. Ancak bu kalınlığın 2 cm. olması ambarın daha sağlam olmasını sağlar. Tavan 1 x15 cm. ebadında biçilen iki kat tahta ile kaplanır. En üstüne de 3 - 3.5 veya 4 metre ebadında kesilerek yine geçme usulüyle birleştirilmiş kalaslar ambarın gövdesini örtecek şekilde aşağıya doğru uzatılarak çatı yapılır. Bu tavan tahtalarına mertek, çatıya da "Ambar Örtüsü" ya da "Beşik Örtüsü" denir. Eskiden tamamen tahta olan çatı kaplamasında ahşabın hem çabuk çürümesi hem de pahalı olması nedeniyle uzun yıllardır çinko ve saç kullanılmaktadır.

Bu marangoz işçiliği 1986 yılına kadar mazotla, bugün ise elektrikle çalışan hızarlar tarafından yapılmaktayken bu teknolojilerin olmadığı zamanlarda bütün parçalar el rendesi, el kenişi gibi aletler ve el emeği ile yapılırmış.

"Geçme Tekniği" ile yapılan ambarların "Beşik Örtüsü" denen çatısında ile ön tarafta girişi sağlayan ve merdivenlerin bağlandığı balkon dışında hiçbir yerinde çivi kullanılmamaktadır. Bunun nedenini eski ambar ustası Esat ÖCEK şöyle anlatmaktadır; "Ambar tahtasına çivi vurulmaz. Neden dersen çivi ağaç kurduna yol olur. İlle de vurulacaksa, çivi kendi ağacından olmalı. Ambar dediğin geçmeli olmalı ve katrandan yapılmalı.. Geçmeleri tam denk getirdinmi korkma çürüyüp kalacak diye.. Bırak börtü böceği, rüzgâr bile geçemez aradan. " (Alıntı: Damdaki Deve Sürüsü: Giray ERCENK Atılım Matbaacılık ve Gazetecilik Yayınları Antalya 1998 S.10 )  Bu özelliği nedeniyle sökülüp başka bir yere yine aynı yöntemle uyarlanabilme olanağı vardır. Ambar ustalarının yaptıkları bu muhteşem eserlere kazıdıkları, çaktıkları bir sembolleri, özel bir işaretleri olmadığı halde çaktığı çivinin bile yapanın işçiliğini yansıttığı söylenir ve işin erbapları hangi ambarı kimin yaptığını bilebilmektedir.

Ambarların içi tabanda "Güpse" denilen gözlere ayrılmıştır. Ortalama bir ambar 6 veya 8 güpseden oluşur. Bu gözlere hasat sonunda kaldırılan mahsul doldurulur. Bazı ambarlar çift kapılıdır. Genellikle iki kardeşe ait olan bu ambarlarda 3 göz bir tarafta, 3 göz de diğer tarafta yer alır ve ambarın ortası kapalı olup her iki taraf birbirini görmez.

Güpselere sığmayan mahsul çuvalları, sandık, deri, süpürgelik vb. eşyalar da üzerine dizilir. Sandıklarda, toprak evlerde kalsa nemden bozulabilecek ya da fare gibi canlıların istilasına uğrayabilecek sayısız çeyiz, dokularına işlenen el emeği ve umut, sahile göçenlerin yatak yorganlarına sinen duygu ile kışlık ya da yazlık çamaşırlara, ata yadigârlarına gizlenen binlerce anı.

Ambarlara istiflenen çeyizlerin hisleri de taşar sandıklardan. Dikkatli bakınca genç kızların güzel ellerinde okşanıp güzel gözlerinde yıkandıktan ve bütün renklerin hasbıhal olup dört döndüğü bir yaylaya dönüştükten sonra yeni bir yuvaya yayılmadan önce geldikleri bu dingin evrende yaşadıkları sadece heyecan değildir. Burada, hayatın nabzının attığı bu mekânda dinlenirken bir zaman tünelinden geçişin yorgunluğunu da atarlar adeta. Dört bir yanlarını sarıp sarmalayan bu mekânın atası olan Likya Tipi Mezar Anıtı (Lahit) gibi ölüme değil yaşama tanıklık etmesi, kendi akıbetlerinin ve ölümle çıkılan karanlık bir yolculuk yerine hayata, hayatın canlı ruhuna aydınlık bir balonla yollanmanın sevincidir aynı zamanda.  

Diğer yandan bir dingin nida da ambarları yarım asırdır sırtında taşıyan topraktan yükselir. Kıtlıktan berekete, anıdan umuda yapılan yolculukta bu kutsallığa kesmiş mekânları bünyesinde barındırmaktan, onlarda dinlenip günü geldiğinde hayata taşacak coşkuyu düşlemekten memnundur. Ayrıca yağmur, yel, gündönümleri dışında insanla kendini örselemeyeceği bir mesafede durmaktan da hoşnuttu. Üstünde ne tırpan, ne gübre, ne karanlık hesaplaşmalar ne de ölüm kol gezerdi. İnsanların sadece ulvi bir çaba sonunda döktüğü alın teri ile gelecek güzel günlere inancın ateşlediği sıcaklığı yayılırdı toprağın gövdesine. İşte bu yüzden ambarların aralarında mahalle çocukları gibi kollayarak, buralara gelince kendilerini dağ keçisi sanan evcil (!) keçilerin gübreleri ile beslediği ısırgan otları cansıza can verirdi.

"Ambarlararası" denen bu mevkide, sayıları zamana yenik düşüp göçenlerin sessizliğine, yanına getirdikleri taze orman kokusuyla gençlik aşılayanlarla, zaman içinde değişen, şimdilerde dörderli sıralara dizilmiş 125 görkemli zahire ambarı bulunmaktadır. Ambarın bu bölgeye kondurulmasının nedeni olarak buranın köy merası olması, ovadan biraz yüksek olduğu için su basmaması gösterilmiştir.

Yan yana ya da karşı karşıya ama bir arada, birbirleriyle sırlarını söyleşir, geleceği düşler gibi sıralanırlar. Bu üçü gibi nice kuşağa meydan okuyan ambarlardan çatısı olmasa bile hala heybetle durmasına rağmen yaşlandığı için emekliye ayrılanlar dışında yanan ya da yıkılan olmamış. "Ambarlararası"nda ambarlardan farklı karakter taşıyan tek yapı, bekçi kulübesi olarak yapılan ve bugün yıkılmış olan taş kulübedir.

Bu kadar zenginliği içinde barındıran ambarlar elbette kendi kaderlerine terkedilmiş değildi. Onları gece gündüz kollayan bir bekçileri vardı.

Ambarları bekleyen Mehmed ZEYMAN (Memiş) 70 yaşında. Bezirgânlı, evli, 8'i sağ 11 çocuk babası. Şu anda bekçiliği bırakmış ama bütün yıl orada kalmak kaydıyla 20 yıl beklemiş insanların emeklerini ve namuslarını… Namuslarını diyorum, çünkü aynı zamanda borçlarını da buğday, arpa, nohut, fiğ gibi mahsullerin bizzat kendisiyle ya da satıp parasıyla öderlerdi bu insanlar ve eskisi gibi gür çıkamasa da sesleri, öderler hala. Bu sahiplenme karşılığında ambar başına aldığı 3 kile "Zehre" zamane şartlarında karnını doyuramaz olunca bırakmış işini. O'ndan sonra kimse omuzlamayınca bu gönüllü esareti şimdi kendi kaderine terkedilmiş gibi birbirlerini gözetir olmuş içlerinde hayatın tohumlarını kucaklayan ambarlar. Onlar toprakla, havayla, insanla, kuşla ya da balıkla buluşana dek gözü gibi bakmaya duyulan inançla.

Buna rağmen Memiş Amca aynılaşmanın verdiği alışkanlıkla yine onların yanında yöresinde dolanmakta. Kendisini orada bulduğumuzda, bize rehberlik etmekten haz duyarak anlattı evlatları gibi baktığı belli olan ambarların sahipsiz kalmalarına rağmen zarar görmemelerinin sırrını, memleket temiz olmasa, şehirler gibi bozulsa bir gecede uçacağına, bu kokuşmuşluk nedeniyle şehirde ne aç, ne susuz olduğuna inancını.

Bizi gezdirdiği kendi ambarının 3 kuşaktan eski olduğunu söylüyor. Babasının satın aldığı adamın, babasının ve kendisinin dünyadan geçişini anlatırken gözlerindeki saygı duruşuna benzer hüzünlü bir ifadeyi bir köy odasının kapısında yazan şu dizelerle betimliyoruz:

“Ey misafir, safa geldin, bundan iyi makam olmaz.

 Kimi gelir, kimi gider, hiç kimseye mekân olmaz.”

Ambarlara konan zahirenin zararlılara karşı korunması için ziraat ilaçları yanında doğal yöntemler de kullanılır. Mahsulün içine incir ve dut yaprağı ve sönmemiş kireç karıştırırlar.

İçlerinde onca yoksulluğu, belki çiftçinin traktör, evin kadının yeni bir fistan, çocuğunun plastik bir bebek ya da oyuncak kamyon hayalini besleyen, hayalleri bozulmasın diye en derinine, karnına katan ambarlar bugün yorgun. Artık içlerinde eskiden taşıdığı zenginlikleri barındırmıyor, şükür ve umutla harmanlanmış bereketleri kucaklayamıyor, yanlarına yeni ambarlar konamıyor. Bunda tarımsal üretimin azalması, kente göç, geleneksel değerlere eski özenin gösterilmemesi gibi faktörler etkili olmaktadır.

Şimdi sahip oldukları her şeyi yitirmiş bir müflisin derin sessizliğinde özlerinde bulunan yaşam enerjisine tutunuyorlar. İnsanlar sanki akılları başlarına gelip onlara değil asıl kendi geleceklerine sırt çevirdiklerini, oysa kurtuluşun yeniden toprağın karnını yarmakta, doğaya dört elle sarılmakta olduğunu anlayacaklarmış gibi.

Umut işte.

* Bu makalenin konusunu oluşturan bilgiler Antalya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nce Folklor Araştırmacısı Öznur TANAL tarafından 22–24 Aralık 2006 tarihinde Antalya'nın Kaş İlçesi, Kalkan Beldesi'ne bağlı Bezirgân Köyü'nde Zahire Ambarları, Halk Hekimliği ve Beslenme ve Halk Hayvancılığı konularında yapılan Halk Kültürü Alan Araştırmasında derlenen bilgilerden oluşmaktadır.

 

Yayın Tarihi
14.02.2010
Bu makale 16230 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!