YARINA YOLCULUK

Ben Bir Kapıyım

 

Dünyaya geldiğim anda
Dünyaya geldiğim anda
Yürüdüm aynı zamanda
İki kapılı bir handa
Gidiyorum gündüz gece
Aşık Veysel

     
Bir filozof  “kapıdan çevirdiğimiz” ruhlar kadar “kapıda kalırsınız” derken aslında hayatın içindeki ideal demokrasiyi anlatmak istemiş. Masallar ve şiirler kaybettiklerini “kapı kapı” arayanlarla”, “kapı dışarı edilenler ve edenlerle” dolu.

Ben bir kapıyım. Türkçede ve diğer birçok dillerde çok farklı anlamlara gelirim. Türk insanı için göğün yedi katı gibi yedi anlamım var. Birinci katımı; “bir yere girip çıkarken geçilen ve açılıp kapanma düzeni olan duvar veya bölme açıklığı” olarak tarif edilirim. Bu bir evin kapısı olabileceği gibi bir mağara ağzı veya iki yanı dik uçurum olan vadi girişleri de olabilir. İkinci katım; en çok Amerikan kovboy filmlerinden gördüğümüz bar girişlerindeki “açılıp kapanan kapak” olarak görülmemdir. Üçüncü katım; hepimizin sığındığı devlet kapısı olarak tarif edildiğim “devlet dairesi”, dördüncü katım; “tavla oyunundaki iki pulun üst üste getirerek karşı oyuncunun orayı kullanmasını engellemek” veya zar atana bizar olduğum “gele” anlamına da gelen halim, beşincisi; “gelir, geçim, kısmet”, altıncısı; “gidere sebep olan yer”, yedincisi de “ev gezmesi olarak gidilen yerdir”.

İnsanoğlu bizi hayatının her yerine koymuş ve kendi hayatını anlatırken bizle oluşturduğu tamlamaları kullanmış. Hayatın kendisini “bir şeyden kapı açmaktır” onlar için. Bir probleminin çözümü için “kapı aramak”, küslüğün barışıklığa dönüştüğü ilk adım için “kapıyı aralamak”, sağlam karakterdeki güven veren insanı tarif etmek için “kapı gibi” ifadesini kullanmış. Bunların yanında; çaresizliklerini “kapandı kapılar yüzüme” diyerek türküleştirirken, “kapısına kilit vurduklarını”, “üstüne kapıyı kapattıklarını”, “aşındırdığı kapıları”, “kapısını çaldıklarını”, “kapısına dayandıklarını”, “kapıyı gösterdiklerini” şiirlerinde kelime kelime yan yana koymuştur.

Soldan sayın diyerek yapılan yoklamada arka arkaya sıralanmış kapılar beden eğitimi dersinde sabah sporuna çıkmış öğrenciler gibi duruyorlardı önümde. Her biri adı okunduktan sonra “burada” diyerek isimlerini ve varlıklarını bağırarak onaylatıyorlardı. Yoklamada; “açık kapı, ana kapı, ara kapı, çelik kapı, çift kapı, demir kapı, dış kapı, adalet kapısı, ağa kapısı, devlet kapısı, ekmek kapısı ve umut kapısı”  yok yazılanlardı.

İnsanoğlunun aklından, yüreğinden ve elinden tutulmasını sağlayacak bir söz, bir bakış nasıl varsa her kapının bir kulpu ve neredeyse her kapının iki taraflı açılmasını sağlayacak bir düzeneği vardır. “Yarin eline değmek” gibidir açılmak istenen kapının kulpuna dokunmak.

Bir sevgilinin bir sevgiliye “Canın ne zaman isterse evim senindir, içeri girebilirsin” diyerek evininin anahtarını vermesi aslında “güven kapısını ve gönül kapısını” ona açmasıdır. Ondan başka hiç bir hayatı ve anlamı evde bulundurmayacağının ve evin içine almayacağının taahhüdü üstüne kuruludur bu anlaşma. Anahtarı alan da; o evin içindeki ve dışındaki anlama ortaklık edeceğinin sessiz sözünü vermesidir.

Dervişlerinin ermişliği tarif ettiği; “eline, diline, beline hakim olacaksın” sözünde olduğu gibi bazen bir caminin kapısında, bir sarayın kapısında bazen de bir valinin kapısında “kendilerindeki saygısızlık kapısının kapanması anlamında” önlerin iliklenerek girildiği bir çok kapı tanırım.

Açılmaması gereken yerde açılan, kapanması gereken yerde kapanmayan kapılarla hangi duvar dostluk kurar, hangi tuğla, hangi taş yaslar sırtını onlara? O kapıların her birisi; “susması gereken yerde susmayan, konuşması gereken yerde konuşmayan birer ağız gibidirler”.

Kendi duvarı kadar sağlam olması gereken kale kapıları içerdeki hayatların devamını garanti edebildiği sürece anlamını devam ettirir. Aynen sağlam temeller üstüne kurulmuş aşklar, evlilikler, ortaklıklar ve dostluklar gibi.

Bir daha hiç açılmayacak ya da bir daha hiç kapanmayacak kaç kapın var? “Ben sana mecburum… sen yoksun” şiirindeki gibi kaç yüreği dışarıya ve sana mahkum ettin bir daha hiç açılmayacak kapıların ardında?  Seni içeride mahkûm edenler o demir kapının dışında kaç kişiyi mahkûm ederler hiç düşünmezler mi?

“Çarpılıp çıkılan kapılar ardında” benim yüreğimin nasıl yandığını kimse bilemez. Giden gitmiştir. Acı, özlem ve aşk kalanındır. Ben kalanın yalnızlığına ve acısına şahitlik ederim sessizce. Kapılara “sağır” derler ama biz sağır değil “dilsiziz”, diyeceklerimiz çoktur, ama söyle(ye)meyiz.

“İçimi ezer delice bir cesaret / görünmez bir el kitler kapılarımı / miskinliğimden değil bu minnet / çaresizim seni sevdiğimi söyleyemem. Dilsizim… Çırpınmayı bile unutmuş bir serçe gibi saklarım göğsüme kanatlarımı / kadınlığın böyle karşıma dikeldikçe / utanırım seni sevdiğimi söyleyemem. Dilsizim… Bilinç denen şey şeffaf bir hançer her gece deşer yaramı / yıllar divane ömrümden zulümle geçer / halsizim seni sevdiğimi söyleyemem. Dilsizim…Eski yalnızlıklardır soframdaki nicedir hayatla katlayamam yorgun yaşımı / büyük aşklar hep gecikmeli gelir / garibim seni sevdiğimi söyleyemem. Dilsizim… Erken geldin dünyaya, benden önce benden önce koştun yollarımı / şu ince yağmur dinince / gideceğim seni sevdiğimi söyleyemem. Misafirim…” adı “külleri eşelemek olan” Hüseyin Ferhat’ın kaleminden dökülen fakat bir ka(p)(d)ının söyleyemediklerinin şiiridir.

Bir gülümsemeyle, “merhaba nasılsınla” açılan birçok kapının olduğunu bilirim. Uzatılan bir el “haydi kapısını” açarken asık surat güneşi kapatan bulutlar gibi insan aydınlığını azaltır. Her yüreğin bir sahibi olduğu gibi, kapı olarak hepimizin de bir sahibi var. Ya da her yüreğin yalnızlığı gibi her birimizin de bir yalnızlığı var. En büyük sahip “sevgi”, en büyük yalnızlık da “sevgisizliktir” bizim dünyamızda.

Evin kapısı ile yüreğin kapısı aynıdır. Her ikisinden de girmemesi ve çıkmaması gerekenler, çıktıktan sonra alınmayacaklar vardır. İşte biz burada nöbetçiyiz bir kapı olarak. “Ortak akıl”, “sağ duyu” olarak girmemesi gerekeni içeri almazken, çıkmaması gerekene sahip olur çıkarmayız.

Bir omuz darbesiyle yıkılmış duvarla dostluğu sağlam olmayan kaç kapı tanırım. Yıkılmış umutlarıyla zemheride kalmış yürekler gibi, en ufak fiskede ayrılıkla bitmiş ilişkiler gibi.

Eğer sonradan kırılmamışsa her insanın kendisine açılan bir kapısı vardır. Her çocuk daha incitilmemiş veya yok edilmemişken, koca bir kapı taşır yüreğinin üstünde. Sonra küçükler çoğu zaman, biz büyükler tarafında her istismar edilişlerinde, her dövülüşlerinde, her incitilişlerinde, kapılar yüzüne ve yüreğine çarpıldıkça, kapıdan kırılan her parça yüreklerine batar. Kırılan kapısı kadar güvenleri de kırılır, istila edilir tüm umutları, esir alınır tüm sevinçleri. Hatta her yok oluşun ardına kapısı kırılan herkes duvar örer yüreğine, ne kendisi çıkar ne başkasını alır içeri. Gözleri fersiz bakan herkesin çocukken kırılmış kapılarını görürsünüz bakışlarında, ağlamaktan yorulmuş bedenlerinde. “Bana her şeyi verdiniz ama uğruna yaşanacak bir hayat vermediniz” diyen bir çocuğun büyüklerine sitemi tamamen bunun içindir.

Her kapı; çocukluk aklımızla dinlediğimiz “Ali Baba ve Kırk Haramiler” masalındaki gibi “açıl susam açıl” deyince veya “aç kapıyı bezirgân başı” oyunundaki gibi elinde mendil ritim tutunca açılmıyorlar.  Emek vermek lazım, inanmak lazım, çaba sarf etmek ve sabretmek lazım o kapıları açmak için. Aynen bir ağacı büyütmek gibi, bir çocuğu büyütmek gibi. Emek vermek lazım açılan o kapıları açık tutmak için.

Hatta bazı kapılar var ki, önünde ne kadar beklerseniz bekleyin, neyle çalarsanız çalın, sadece içerden açılırlar, yüreğin kapısı gibi. Sahibi açmak istemezse dışarıdan hiçbir kuvvetle açamazsınız, açtıramazsınız onu. İçeri girmek için zorladığınızda ise kırarsınız/kırılırsınız ki bir daha tamiri mümkün değildir.

İşte böyle. Aslında biz bir hayatızdır. Aynen Aşık Veysel’in dediği gibi. İnsanlar ve diğer tüm canlılar birimizden diğerimize giderler. Bir kapıdan geçmek; bir yerden çıkarken bir başka yere girmektir. Anne rahminden doğmak kim bilir nerede(n) ölmektir.

Ben bir kapıyım. Adıma ne derseniz deyin, beni neyle tanımlarsanız tanımlayın, ben hep sizin hayatınızdayım. Benden geçmeden bir yerden bir yere varamazsınız. Doğmak gibi, ölmek gibi, sevmek gibi. Ben aslında bir yüreğim. Bilenler evrene benzetirler beni. Gagasını açmış yağmur damlası yakalayan kırlangıçlar gibi, yani, evrenin bağrı olan toprağa yolculuk eden bir damla su gibi.

 

 

                                                                                                                                                                                         

Yayın Tarihi
17.04.2014
Bu makale 9583 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
anne rahminden bu dünyaya düşerken ağladığımıza göre, bu dünyadan daha iyi mıdır? diğer önemli olan da bu dünyadan geçerken kapıyı açtığımızda arkamızda sevinç mi üzüntümü bırakıyoruz. teşekkürler hocam

İsmail Hakkı ÖZTÜRK 04.05.2014

İşte böyle. Aslında biz bir hayatızdır. Aynen Aşık Veysel?in dediği gibi. İnsanlar ve diğer tüm canlılar birimizden diğerimize giderler. Bir kapıdan geçmek; bir yerden çıkarken bir başka yere girmektir. Anne rahminden doğmak kim bilir nerede(n) ölmektir.

mukadder kavas 02.05.2014

kapının bu denli yaşamımızda olduğunu bir anda hepsini birden bir araya getirivermek müthiş bir şey olmuş. aklına sağlık.

halil erdem 23.04.2014

hayattaki kapıların ne demek olduğunu ruhumuza işlediğiniz için çok teşekkür iyi ki sizin gibi bir dost kapım var teşekkürler hocam yüreğine kalemine sağlık

KAMİLE YİĞİT 20.04.2014

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!