Ah şu insanlar!

Orhan Veli o ünlü şiirinde:

“Beni bu güzel havalar mahvetti.” Diye başlar şiirine ve devam eder:

Böyle havada istifa ettim

Evkaftaki memuriyetimden.

Tütüne böyle havada alıştım,

Böyle havada âşık oldum;

Eve ekmekle tuz götürmeyi

Böyle havalarda unuttum;

Şiir yazma hastalığım

Hep böyle havalarda nüksetti;

Beni bu güzel havalar mahvetti.

 

İnsanın doğaya seslenişidir şairin ki…

 

Ve Kemal Burkay o dillere destan olan Gülümse şiirinde barışı arar mısralarında. Her sözcüğünde o da doğaya içten içe seslenir.

 

Hadi gülümse bulutlar gitsin
İşçiler iyi çalışsın, gülümse
Yoksa ben nasıl yenilenirim
Belki şehre bir film gelir
Bir güzel orman olur yazılarda
İklim değişir, Akdeniz olur, gülümse.

 
Sazlarım vardı, ırmaklarım vardı çok
Çakıltaşlarım vardı benim
Ama sen başkasın anlıyor musun
Tut ki karnım acıktı, anneme küstüm
Tüm şehir bana küskün
Bir kedim bile yok anlıyor musun
İklim değişir, Akdeniz olur, gülümse.
Şairler, ressamlar ve yazarlar… Yani tüm sanatçılar doğayla iç içe yaşar. Duygularını yansıtırken dillerinden doğayı düşürmezler. Tıpkı:
“Benim sadık yârim kara topraktır.” Diyen Âşık Veysel gibi…
Diyalektik yasayı özümlemiş her yürek bilir ki insan doğanın bir parçasıdır. Biri olmasa diğeri olmazdır.
Ya şimdi?
Hırsların, ihtirasların, hoyrat sahip olma duygusunun tutsak kıldığı insan var olduğu bütünü görmezden gelerek yaşam çevrelerini yok etmekle meşgul.
Bilinçsiz kentleşme, ıslah edilmeyen dere yataklarını ucube yapılarla kuşatan betoncu zihniyet, dünyanın çaresiz coğrafyalarında yaratılan savaşlar ve yeşilin yok edilmesi insanın var olduğu tabiata ihanetinin birkaç örneği.
Denizlerin, göllerin, akarsuların acımasızca benden sonrası tufan sorumsuzluğuyla kirletilmesi iklimin feleğini şaşırtarak mevsimleri bile değiştirdi.
İşte İstanbul’da yaz ortasında yaşanan tufanın kısa özeti insanın doğaya verdiği zararın kaçınılmaz bir sonucudur.
Renkler bile kayboluyor… Daha geçtiğimiz yıllar doğa bilimcileri ortadan kaybolan arıların peşine düşmüştü. Kuşlar şaşkın, bulutlar serseri, gürleyen göğün sesi imdat diyor ama biz ve yönetenlerimiz o kaptı kaçtı yanıltıcı düşüncelerin peşindeyiz.
“Efendim Londra’da da hava koşulları böyle olmuştu da şimdi İstanbul’da oluyor.” Bahanesine sığınılıyor.
“Allah’ın işi! Kim engel olabilir?” Gibi dinsel mantığı bile alt eden yorumlar yaklaşan iklimsel tehlikeye örtü edilmeye çalışılıyor.
Oysa olup biten tümüyle doğaya karşı amansız bir canavarlık. Kesilen ağaçlar. Islah edilmeyen dere yatakları. Sonuçları iyi değerlendirilemeyen yeşil örtü üzerinde beton dağların yaratılması…
Düşününüz bir sabah vakti koca metropol kenti kuşatan kara bulutlar ve ardı ardına çakan binlerce yıldırım, bardaktan boşanırcasına yağan yağmur hiç de doğal bir hava durumu değildir. İnsanın canına okuduğu tabiatın:
“Artık yeter!” Resti çekmesidir.
Kirletmeye devam eder, yeşil örtüyü betona teslim edersek elbette ki sıra dışı hava koşullarıyla yaşamaya mecbur olacağız.
Şimdilik can kaybı yok ama bu ihtara benzeyen doğa olayları yarın afetlerle can almaya da başlayacaktır.
Aklımızı başımıza toplamalıyız. Doğa bilimcilerinin uyarılarına kafa yormalıyız. Her şeyi tabiat ananın insafına bırakmamalı, tedbirler almalıyız.
İstanbul’da yaşanan hava ihtilafı bir işaret fişeğidir.
“Olur böyle şeyler.” Diyerek gerçeklerin üzerine aymazlığı örtmemeliyiz.
Orhan Veli ve Kemal Burkay’ın şiirlerine dönersek eğer.
Şimdi doğa diyor ki:
“Beni bu insanlar mahvetti.”
“İklim değişir Akdeniz olur sanmayın artık. İklim değişir doğal felaket olur.”
Yayın Tarihi
19.07.2017
Bu makale 1023 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

ÇOK OKUNAN

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!