LİBERAL

21. Yüzyılda İslam Ahlakı ile Yaşamak Sorunsalı...

Bugün büyük bir kesim İslamiyet’le ahlakı

Birbirinden iyice ayırdı ve dini sadece

Allah’a karşı görev diye öğretilmiş

İbadetleri yerine getirmek, cami dışında da

İnsanlığa sığmayacak her türlü suçu

Rahatça işlemek biçiminde anlıyor.

Artık din eski Türkiye’deki gibi

bir ruh disiplini değil, ahlakla ise hiç ilgisi yok”

Zülfü Livaneli-Oksijen Gazetesi-( 12-18 Mart )

Hemen sözün başında lafı dolandırmadan bir mim koyalım. Zülfü Livaneli; Osmanlı, Tanzimat, Meşrutiyet üçgenin bileşkesi olan Cumhuriyet aydını tipine örnek bir karakterdir. Anadolu toplumunun, tarihini, edebiyatını, dinsel inanıcını, kültürünü kendine has hoş görülü bir üslupla irdeler anlamlandırır. Müzikte, edebiyatta yaratıcı, sentezci ve ileri görüşlüdür. Makalesinde tartışmaya açtığı konu Türk aydının bir kesimi; İslam-İslamiyet-Müslüman-Müslümanlık gibi kavramlar üzerinden yaşam tarzı seçmişleri çağ dışı olarak algılıyor ve önyargılı davranıyor. Halkın büyük çoğunluğu samimi dindar olanlarını da rencide edecek davranışlar sergilemekten ve kendilerini daha bir ilerici görmekten gurur duyar gibi din kelimesini dahi telaffuz etmeyi sevmezler. Ne yapalım ki “Din sosyolojik bir olgudur”. Türkiye’nin tarihinde ve bu gününde İslamiyet kültürü ve anlayışı geleneğinde şekillenmiş ve toplumda kabul görmüştür.  “Türk Müslümanlığı”, “Ortodoks İslam”, “Heterodoks İslam”, “Halk İslamı”, “Radikal/Fundamentalist İslam” gibi bilinen ama içeriği afaki biçimde doldurulan ya da hiç doldurulmayan kavramları, Cumhuriyet döneminde İslamiyet’in aldığı biçimlere ve devletin din politikasına olan tutumu bilimsel olarak tartışılmadan ve toplumun her kesiminde hoşgörülü ortak bir payda da buluşmadan

Türkiye’nin bu problemi çözülmez. Sazıyla sözüyle duruşuyla özde aydın tipine örnek Zülfü Livaneli gerçekten de Türkiye’nin kanayan yarası olan bu soruna yürekli bir aydın olarak parmak basıyor. Tartışmaya açıyor, evet artık bu gerçeği kabullenelim zira onun vurgusuyla “Bizi birbirimize düşüren, nefret ettiren, parçalayan, ezen, sömüren toplumun çoğunluğunu ahlak düşkünlüğü haline getiren sistemlerden önce temiz bir İslam anlayışı vardı.”  Eğer ileri sürdüğü Dinle ahlak bir araya gelirse 13-14. Yüzyıl Türk dünyasındaki “Gönül Sultanları; Mevlana-Hacı Bektaş-Yunus” bugün dünyanın sayılı üniversitelerinde ve aydınlar arasında tartışılıyor. Biz toplum olarak bu müstesna kültür kaynağımızdan neden faydalanmayalım.

ZÜLFÜ LİVANELİ/Oksijen-(12-18 Mart 2021)Tarihli “Dinle ahlak tekrar bir araya gelmeli” başlıklı makalesinde; Şöyle bir soru soralım kendimize? Der ve sorunun devamında “Hangi ülkelerde, şehre yeni gelen bir turist olsanız, taksi şoförlerinin sizi en doğru yoldan götüreceğine, tarifeye göre doğru bir ücret alacağına inanırsınız?”  sorusuna verdiği cevapta; başta İskandinav ülkeleri olmak üzere İngiltere, batı Avrupa ülkelerinde şoföre güvenmemeniz söz konusu olmaz. Bu ülkelerde parayla olan ilişkilerde düzenbazlık olmaz. Söz konusu olan bu ülkelerde iş ve ticaret ahlakı MAX WEBER‘ in Protestan Ahlakı ve kültürü ile serpilip gelişmiş olan kapitalist ekonomik sistem de devamlılığını sürdürmektedir. “Güneye doğru indikçe yani Katolik ülkelere geldikçe, bu güvenilirlik olayı azalır. İtalya gibi ülkelerde epey dikkatli olmaya çalışırsınız. Çünkü alışveriş kurallarını koyan Protestan ahlakı yoktur oralarda. Ortodokslarda da yoktur. Gelelim bizi daha çok ilgilendiren İslam ülkelerine, bu memleketlerde de taksiye gönül rahatlığıyla binemezsiniz. Çünkü “şark pazarı” denilen kavram büyük ölçüde kandırmacaya dayanır. Ne var ki Türkiye halkının çoğunluğu Müslüman olan ülkeler arasında, parmakla gösterilecek bir dürüstlüğe sahiptir. Siyasi İslam her şeyi belirlemeden önceki Türkiye’nin, ahilik teşkilatlarından, loncalarından edindiği gelenekleri ahlaka dayanan bir İslam anlayışıyla kaynaştırmasından ve elbette yeni bir cumhuriyet kurmuş olmanın taze başlangıç moralinden. Belki bu dediğime şaşıranlar olacak ama inanın ki Calvinizm nasıl sıradan insanın ahlak yapısını koruyorsa, bizi de birbirimize düşüren, nefret ettiren, ezen parçalayan, sömüren, toplumun çoğunluğunu ahlak düşkünü haline getiren sistemlerden önce temiz bir İslam anlayışı vardı. Ben Türkiye’nin önündeki en büyük sorunlardan birini, dinle ahlakı tekrar bir araya getirme mücadelesi olarak görüyorum. Çünkü ne din yok olacak ne toplum. Eğer din, temiz ve dürüst insan yetiştirme amacına hizmet ederse, yani bize şimdi klişe gibi gelen “Allah’la kul arasındaki inanç” olarak anlaşılırsa, yüzyıllardır iktidar mücadelesi veren, bu amaç uğruna dini kullanan yapılardan temizlenebilirse ahlakla tekrar bütünleşmiş olur.”

Prof. Dr. AHMET YAŞAR OCAK/Türkler Türkiye ve İslam- Yaklaşım, Yöntem ve Yorum Denemeleri: Kitabın sunuş bölümünde; “Türkiye tarihinde Batılılaşma ya da elit kesimlerin diliyle “çağdaşlaşma” hareketleriyle beraber, İslam’ın devlet ve yönetici elit kesiminde bir problem haline gelmeye başladığı bilinmediği bir şey değildir. Nitekim bugün de çoğu kimsenin kafasında yine problem olmaya devam etmektedir. Bir toplumun, bir milletin ve ülkenin bin yıldan fazla zamandır temel bir gerçeği olan İslam neden bir problem haline gelmiştir?”

Tanzimat hareketiyle başlayan Osmanlı Türk modernleşmesi ve özellikle Cumhuriyetin radikal devrimlerin gereği olan siyasi, iktisadi ve yaşamsal alanlarındaki değişim ve dönüşüme engel olarak görülen İslam dini İslam medeniyeti çağ dışıdır görüşünde olan kimi Cumhuriyet aydını olan bir kesimin karşısındaki modernleşme projesine karşı kimi muhafazakar aydın kesimiyle girdikleri tartışmaların hatta çatışmaların bitmeyen bir kavgası olarak yüz altmış yıldır devam ediyor. Bu aslında Tanzimat aydını ile ulama sınıfı arasında başlayan kavgada ulama sınıfının çağa ayak uyduramaması ile siyasi ve kültürel alanında gözden düşmesi ve yer altına çekilmesi tarihsel ve sosyolojik bir gerçektir. Ne yazık ki aydın/elit sınıfı Cumhuriyet döneminde de ve bugünün aydınları da yeteri kadar bu problemi felsefi, sosyolojik ve psikolojik olarak analizleri yapmak yerine ötekileştirme basitliği ve bağnazlık kolaylığını seçmiştir. İşte bu yüzden değerli yazar Zülfü Livaneli’nin bu makalesini dikkatlice okumanın faydası vardır. Bir gerçek var ki, erken Cumhuriyetin başından beri söz konusu bu kavga bugün her alana yayılmış, siyaset tarihinde partilerin blok halinde oluşmalarına yol almış ve maalesef toplumun okumuş ya da okumamış büyük çoğunluğu parti ideologlarının klişe laflarıyla meseleye bakmaktadır. Devletin stratejik planlarında bunca senedir bu probleme bilimsel olarak yaklaşması gereken akademik çevreler dahi ideolojik aynasından bakmakta beis görmüyor. Ahmet Yaşar OCAK kitabında… “Halk kesimlerinin İslami taleplerine ister samimi olarak, ister din istismarı şeklinde olsun olumlu yaklaşan partiler, zaman zaman askeri müdahalelere maruz bırakılarak siyasi hayatın dışına çıkarılmış, bütün bu görüntüler Türkiye’de İslam’ın hala bir problem olmaya devam ettiğini göstermekte ve bu yüzden çeşitli ortamlarda sık sık irtica perspektifli İslam tartışmaları yapılmaktadır. Bugün Türkiye’de yaşan herkes bu tartışmaların uzun zamandır bilimsel yaklaşımların ışığından çok ideolojik çalışmaların çıkardığı toz bulutları altında yapıldığını rahatlıkla görebilir. Sonuçta halkın kafası karışmakta ve ona açık bir ufuk sunulamamaktadır. Yıllardan beri o kadar tartışılmasına rağmen, bir türlü bilimsel bir platforma oturtulmadığı için, Cumhuriyetin ilanından şu kadar yıl sonra bile, İslam tartışmaları hala ideolojik deformasyondan kurtarılamamıştır. Türkiye’ye çok zaman kaybettirmiş ve çeşitli toplumsal kesimler arasında giderek kapanmak yerine, giderek açılan bir mesafe yaratarak toplumsal uzlaşmayı zorlaştırıcı bir aşamaya gelmiştir. Bu itibarla bugün bütün kesimlere düşen, artık bu geçeği görmek, inanç boyutunu kişilerin kendine bırakmakla beraber, İslam’ın Türkiye’nin siyasal, toplumsal ve kültürel yapısındaki yerinin, her türlü ideolojik bulaşık ve önyargıdan kurtarılarak inanan inanmayan herkesçe doğru teşhis edilip doğru bilinmesini ve kabul edilmesini sağlamaya çalışmaktır. Bu sağlandığı takdirde bu ülkede uzun zamandır sürüp giden devlet ve toplum, elit tabaka ve halk arasındaki sürtüşme noktalarından biri kalkacak, Türkiye’nin başını ağrıtan önemli bir problemin çözümüne doğru ciddi bir adım atılmış olacaktır.”  Ahmet Yaşar Ocak hocamızın bu değerli fikrinin ehemmiyetini aynı şekilde değerli yazar Zülfü Livaneli’nin güncel yazısındaki analizin doğruluğunu görmezden gelmek mümkün mü?

MAX WEBER/PROTESTAN AHLAKI VE KAPİTALİZMİN RUHU/ kitabında; Öncelikle insanoğlunun tarihin en eski çağlarından bu yana yaşamında en değerli ve kutsal addettiği şey inancıdır. İnsanlığın uzayın derinliklerinde araştırmasını sağlayan ultra post zamanımızda dahi bu durum geçerlidir. Kanımca; Weber orta çağ boyunca Tanrı’yı razı etme inancıyla yaşamayı her türlü dünya nimetlerine ve rahat yaşamına yeğ tutmuştur. Tanrının bahşettiği rızka vesile olan mesleğini en iyi ve en doğru şekilde yerine getirmek Tanrının rızasını almak inancı kendi kaderi olarak görmüştür. Protestanlığın temel dini kavramlarından biri olan “Asketizm” in değişim ve dönüşümüyle bir zihniyet değişikliyle Kapitalist ruhunu doğurmuştur. Asketizm (Çilecilik) kısa ve en kolay tanımı; Tasavvufta çile, zühd olarak karşılığıdır. Reform öncesi ortaçağ çileciliği Tanrıyı razı etmek için halvete çekilip dünya nimetlerinden elini eteğini çekip çile çekmek inancı hakimdi. Asketizm; dünyevi malların elde edilmesi peşindeki her uğraşıyı çok daha katı bir biçimde yargılamıştır. ”Artık halvet değil toplumsal alanda nasip edilen mesleğe rıza ve ona kıymet vermek gerekiyor. Artık çalışma ilahi bir çağrının ardına düşen insanlar için Tanrı’yı razı etmenin yolu olmuştur. Düşük ücretli de olsa Tanrının ona nasip ettiği kadere razı olarak çalışmaya devam etmesi ve bu çalışmayı bir ibadet gerçekleştiriyormuş gibi yapması lazım gerekli. Hüseyin Nuri Şişman/İlimmedeniyet.com.”

MAX WEBER; Kapitalizmin neden başka bir yerde değil de batıda geliştiği gibi temel bir soruna verdiği cevap şu: “Batıda biriktirilen servet rahat bir yaşam sürmek için değil, işletmelerin daha da büyütülmesi için kullanılır. Kapitalist ruh ile dolu olan insanlar, bugün, kiliseye tümüyle karşı olmasalar da, kayıtsızdırlar. Cennetle ilgili dini can sıkıcılıklar, onların etkin yapıları için çekici değildir, din onlara, insanları bu dünyanın, bu dünyanın işlerinden uzaklaştıran bir araç olarak görünür. Onlara, bu durmak bilmeyen koşuşturmalarının anlamı, sahip olduklarıyla neden hiçbir zaman yetinmedikleri sorulduğunda, cevap, verebilirlerse şöyle derler; “Çocukların ve torunların bakımını düşünüyoruz. Sürekli çalışmayı gerekli kılan işleri onların yaşamlarının kaçınılmaz parçasıdır. Kapitalist ekonomik sistemde devamlılığını kendini böylesine para kazanma mesleğine adamış insanlarla sağlar.”  Max Weber:  kapitalizm adına Protestanlığı koyarak bir dinsel arka plan, teolojik boyut kazandırarak bir nevi kapitalizmin meşrulaşmasına zemin hazırlamıştır.”  Bütün bunların ötesinde dört bin yıllık insanlık tarihinde olagelen olayların bir tarihi vardır. Dinlerin de bir tarihi vardır. Bunlar bize ne diyor?

AHMET CEVDET PAŞA(Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefa) PEYGAMBERLER VE HALİFELER TARİHİ: Hazreti ademle başlayan ve peygamberlerin sonuncusu Muhammed Mustafa’ya kadar gelen peygamberler ve özellikle Semavi dinlerin peygamberlerini bilmeyen yoktur. Hazreti peygamberin hayatı, dört halifenin, “ Hulafa’yi Raşidin” ile Emevi- Abbasi halifelerinden ve Türk İslam devletlerini anlatan kitapta gayet arı duru bir İslam devleti tarihini öğreniyoruz öyle bir tarih ki içinde soyut olan hiçbir kavram yok. Kabilelerden nasıl bir Yayılmacı İslam İmparatorluğunun doğuşunu, yükselişini ve her antik İmparatorluk gibi çöküşünü öğreniyoruz. Hazreti peygamberden sonraki durum bölümde: Hazreti peygamberin öldüğü gün ortaya çıkan Hilafet meselesinde görüş ayrılıkları çıktı. Resul-i Ekrem’in ölümü, herkese ürküntü verdiği sırada Hz. Ömer de şaşkın bir halde, cerrah oğlu Ebu Ubeyde’ye varıp “Elini uzat sana biat edeyim. Çünkü Resulullah’ın buyurduğu gibi sen bu ümmettin eminisin değince Ebu Ubeyde, “Ey Ömer! Senin İslam’a geldiğin zamandan beri böyle zayıf bir fikrini görmedim. İçinizde sıddık yani Hz. Ebu Bekir ve mağarada ikinin ikincisi varken bana nasıl biat edersin.” Diye Hz. Ömer’i uyarmıştı.

Hz. Ebu Bekir halifelik döneminde İslam dininden çıkan Arapları ve dağınık olan kabileleri bir araya getirdi. Kur’an ayetlerini topladı. Hz. Peygamber zamanında olduğu gibi, İslam milletinin idaresini yoluna koymuştur. Halifelik bayrağını devir alan Hz. Ömer kabilelerden oluşan bir toplumu 7. Yüzyılın ortalarından itibaren Arabistan yarımadasının dışına taşmasıyla yaptıkları fetihlerle dönemin güçlü İki İmparatorluğu olan Bizans ve Sasani topraklarında bulunan güçlü şehirleri ve kalelerini fethederek büyük bir İslam imparatorluğunu kuran halifedir. Müslümanlar tarihte büyük izler bırakan savaşlarla onların Irak, Suriye, Mısır ve Cezayir’deki bu iki büyük imparatorluğun hakimiyetine son verdi. Çok kısa zamanda şehirleri, kaleleri birer birer fethederek ve İran KİSRASI – Bizans KAYSERİ bu topraklardan kaçmak zorunda kaldılar. Kabileler arasında İslam dinini kabul etmeyenlerle savaşta önder Hz. Peygamber’in yanında Hz. Hamza, Hz. Ali gibi kahramanlar savaşıyor. Savaş esnasında peygamberin dişi kırılıyor. Bir savaşta Allah’ın aslanı Hamza ölüyor. Peygamberin ölümünden sonra siyaset arenasında dört liderin halifelik siyaset entrikaları antik imparatorluklardaki aşağının da aşağısı kirli oyunların aktörleri ve taraftarlarının belki Arap milleti için hayırlı hatta kutsal olabilir. Ancak evrensel anlamda başka bir ülke halkı için tarihin akışı içinde vahşet sahneleriyle dolu bir tarihtir.  Hz. Ömer döneminde: Bir kabile devleti yayılmacı stratejilerle bir antik İmparatorluğa dönüşmesi inanılmazdır. Tarihin o döneminde; SASANİ ve BİZANS yayılmacı süper güçlü imparatorluk olarak kudretlerinin zirvede olduğu bu zaman diliminde kabile devletinin yayılmacı ruhunu besleyen bir İmparatorluk daha doğuyor.  ”Allah yolunda şehit olmayı arzu etmek, cihadı üstün bir amel olarak görmek, Resulullah’ın onlara zerkettiği ve Hz. Ömer’in şaşmaz adaleti, orduların idaresindeki Baş Komutanların (Ebu Ubeyde, Amr b. As, Halid b. Velid ) gibilerin azim, metanet, cesaret ve yiğitlik gibi meziyetlere sahip olmaları başlıca İslam ahlakı olarak kabul görmesidir.”  Bu ahlak tamamıyla yayılmacı “Asabiyet” ahlakıdır.

Dr. Recep KILIÇ /AHLAKIN DİNİ TEMELİ- Kitabında; ahlakın dini temelinin önemi araştırılmakta; dini ahlakın ve felsefi ahlakın mukayesesini bilimsel verilerle açıklamakta faydalı bir çalışma sunmaktadır. 21. Yüzyılda global bir dünya siteminde değerleri koyan, insanların bizzat kendisidir diyen Emanual KANT: “Öte yandan kesin buyruk, ahlak prensiplerinin bütün akıl sahibi varlıklar için genel geçer, objektif ve evrensel olmasını buyurur. Evrensel karakterde ve bütün insanlar için bağlayıcı olan objektif temel ahlak prensipleri ise, mutlak (absolute) ahlak değerlerinin varlığı ile mümkündür. Ahlak değerleri koyan insan, gerek ruhi, gerekse fiziki şartların tesiriyle değişmekte olduğuna göre, böyle bir varlığın koyduğu değerlerin ne kadar mutlak olacağı, tartışmaya her zaman açık bir konu olarak kalacaktır.”

İslam dini evrensel bir dindir. Arap yarımadasının dışındaki toplumların kendi örf ve adetlerinin potasında “Saf İslam din”in öğretileriyle geliştirdikleri kültür ve medeniyetinde şeriatın doğma kurallarını kimi zaman bozuma uğratarak yaşadığı coğrafi ve manevi ikliminde yeni bir İslam ahlakını doğmasına vesile olurlar. Ahmet Yaşar Ocak hocanın: “TÜRKLER, TÜRKİYE VE İSLAM-, TÜRK SUFİLİĞNE BAKIŞLAR-, BABAİLER İSYANI-, HIZIR-İLYAS KÜLTÜ-, ALEVİ VE BEKTAŞİ İNANÇLARININ İSLAM ÖNCESİ”  ve benzeri kitaplarda anlatıldığı gibi …  VE YESEVİLİK KÜLTÜRÜNÜN yayılışı ile Türk İslam dünyasının yaşadığı 12-13 ve 14 yüzyıldaki İslam ahlakı ile yaşamayı kim istemez ki, değerli yazar Z. Livaneli’nin de örnek verdiği bu altın çağlarda henüz yozlaşmamış

“İslam ahlakı” özlemidir diye düşünüyorum.

 KAYNAK:

1-Prof. Dr. AHMET YAŞAR OCAK/ TÜRKLER- TÜRKİYE VE İSLAM-Yaklaşım – Yöntem ve Yorum Denemeleriİletişim Yayınları – 10. Baskı 2009  İstanbul

2-AHMET CEVDET PAŞA/KISAS-I ENBİYA VE TEVARİH- HULEFAPEYGAMBERLER VE HALİFELER TARİHİ- Çelik Yayınevi- İstanbul-2020 Sadeleştiren- Metin Muhsin Bozkurt- Atatürk Ün. Ed. Fak. Osmanlıca okutmanı3-MAX WEBER/PROTESTAN AHLAKI VE 3-KAPİTALİZM RUHU-Türkçesi: Zeynep ARUOBAHil Yayın – ikinci baskı- Haziran 1997

4-ZÜLFÜ LİVANELİ/Oksijen Gazetesi (12-18) tarihli /Dinle Ahlak Tekrar Bir Araya Gelmeli – Makale

5-Hüseyin Nuri ŞİŞMAN/ İlimvemedniyet.com-20 Aralık 2018 tarihli PROTESTAN AHLAKI VE KAPİTALİZM RUHU- Makale,

6-Mehmet AKBAŞ/Hz.  ÖMERİN FETİHLERİ/Sivas Cumhuriyet Üniversitesi- İlahiyat Fak. Uluslararası Hz. Ömer SempozyumuEditör: Ali AKSU

7-Dr. Recep KILIÇ / AHLAKIN DİNİ TEMELİ- Türkiye Diyanet Vakfı- 1. Baskı Aralık 1992

Yayın Tarihi
11.04.2021
Bu makale 17838 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!